NET TÜRK - Onu yitireli 9 yıl oldu. 84 yıllık yaşamı boyunca pek çok öngörüsünün çıktığına yaşarken tanık oldu. Diğerlerine de okurları, çalışma arkadaşları ve dostları tanık oldu. Elbette düşmanları da. Küreselleşmeye neredeyse tek başına karşı çıktığı için “dinozor, statükocu, kafası çağın gerisinde kalmış fosil” suçlamalarına maruz kalan İlhan Selçuk, küreselleşmenin çatırdayacağı, FETÖ’nün orduyu ve yargıyı tasfiye ederek Amerikancı bir darbeye girişeceği, Kıbrıs’ın ABD, AB ve küresel şirketlerin yeni sahası olacağı, siyasal İslamla iş tutan ve tarikatlara sivil toplum muamelesi yapan sol aydınların bu grubun devleti ele geçirdikten sonraki hedefi olacağına ilişkin savlarının çıktığını ise göremedi.

Türkiye’de yapılan değişmez tartışmalardan biridir aydın tanımı. “Aydın” kime denir, sorusuna herkes kendi penceresinden, kendi mahallesinin duruşundan hareketle yanıt verir.
Her bilgi sahibi olan kişi aydın olabilir mi mesela. Aydınlanmaya savaş açan, aydınlanma devrimine karşı mücadele eden, sahip olduğu bilgi birikimini iktidarın, sermayenin ve küresel güçlerin emrine veren entelektüele aydın mı diyeceğiz? Ya da her öngörüsü yanlış çıkan, yanılan bilgili insanlar aydın mıdır?

Eğer Türkiye’de yaşıyorsak bu soruya rahatlıkla “evet” diyebiliriz. Çünkü dünyadakinden farklı olarak bizde bilgili olan, hele de ağzı güzel laf yapan ve yanlış da olsa kendi tezini iyi savunan, aykırı olan herkese rahatlıkla “aydın” sıfatı verilebiliyor.

Sağduyunun pusulası
Öngörüleri, tezleri yanlış da çıksa hiç önemli değil. Peki, o zaman İlhan Selçuk gibilere ne ad vereceğiz? Sağlığında sırf dönmediği ve aynı tezleri savunageldiği için çok eleştirilmişti. “Dinozor, fosil, çağı okuyamayan faşist kafa” bu tanımlardan bazıları. Ama okurları ve onun rahlei tedrisinden geçmiş çalışma arkadaşlarının ona layık gördüğü tanımlama “aydınlanma bilgesi, sağduyunun pusulası”ydı.

Bu tanımlamaya dudak büken, bıyık altından gülen ve abartılı bulanların olduğunu elbette biliyoruz. O zaman gelin, bu tanımlamayı hak edip hak etmediğini sağlığında dile getirdiği ancak kendisinin göremediği, savlarının nasıl da çıktığının çetelesini sayıp dökelim. Yok, öyle çok eskilere gitmeyeceğiz. 1990’lı yılların başına kadar gitmek yeterli.

Emperyalizm olmasın
Cumhuriyet gazetesine arkadaşlarıyla birlikte yeniden döndüğünde dünyada liberalizm rüzgârları esiyor, küreselleşme, bizdeki deyimiyle Yeni Dünya Düzeni’nin her derde deva bir sistem olduğu tüm dünyada olduğu gibi bizde de pompalanıyordu. O müthiş propaganda kasırgasına medyamız, üniversitelerimiz ve siyaset kurumlarımız da kendini kaptırmıştı. Kimse bu güçlü koro içinde aykırı ses çıkaramıyor, çıkarırsa aforoz edilmekten, küçümsenmekten ve koronun dışına itilmekten korkuyordu. İşte o dönemde İlhan Selçuk, neredeyse tek başına aykırı ses çıkararak bu koronun gürültüsünü bastırıyordu:

“Dünyamız, kâr amacının güdüsündeki siyasal bir gücün eline geçiyor. Çokuluslu şirketler yabancı ülkelere sermaye ihraç ediyor, yatırım yapıyor, ulusal hükümetler görevlerini çokuluslu şirketlere devrediyor. Kâr hırsıyla güdülenmiş uluslarüstü bir güç, yoksul halkları daha çok sömürmez mi? Girdiği pazarlarda siyasal iktidarları kendi çıkarlarına göre belirlemez mi? Küreselleşmenin gerçek adı sakın Lenin’in dediği gibi ‘emperyalizm’ olmasın? Devlet, sınır ötesinde konuşlanan çokuluslu tekele ya da ‘finans oligarşisi’ne bağlanırsa, demokrasi nasıl geçerli olabilecek? Uzaklarda egemenliğini kurmuş bir seçkinler grubunun gücüne bağlanan yerel politikacılar, birer kuklaya dönüşmeyecekler mi?.. Halkın çıkarları mı öncelik kazanacak yoksa çokuluslu tekelin çıkarları mı?

Cilalar foslayıp döküldü
Yeni Dünya Düzeni buyurganların düzenidir; buna karşı direniş elbette mayalanacaktır. İnsanlık tarihinde egemenlerin tezlerine ve siyasetlerine karşıt görüş, hiçbir zaman yok edilemedi.”
Medyada bu konuda aykırı ses çıkaran tek kişi olmasına rağmen o güçlü koro, “aman bir tek o karşı çıkıyor, varsın çıksın” demeyip toplu halde İlhan Selçuk’u hedef alıyordu. Demek ki, o tek kişinin kitleleri etkilemesinden korkuluyordu. Özellikle de kendini “solcu” olarak tanımlayan kesimlerden geliyordu bu tepkiler. İlhan Selçuk, yazılarında onları da şöyle uyarıyordu:
“Neo-liberalizm rüzgârında feleği şaşmış bir kimsenin ‘solcuyum’ demesi, kendi kendini aldatmasıdır. Küreselleşme, neo-liberalizm, özelleştirme, ‘Yeni Dünya Düzeni’ gibi siyasetlerin tuzağına düşmüş bir solcunun işin içinden çıkması olanaksız! Hele bu değerler çok kısa sürede foslayıp dökülürken sağ ideolojilerin kuyruğuna takılan solcunun solculuğu laftan öteye geçmez.”
Bugün geldiğimiz noktada küreselleşmenin cilaları, İlhan Selçuk’un dediği gibi foslayıp döküldü. Tabii o cilalarla birlikte küresel efendilerin eteğine yapışanlar da...

FETÖ’nün darbe yapacağını söyledi
Siyasal İslamcılara gülücükler dağıtıp seküler kitlenin hoşgörüsüzlüğünden dem vuran ve tarikatlara sivil toplum muamelesi çeken grup da yine aynı koronun üyeleriydi. Abant Toplantıları diye oluşturdukları platformlarda sözüm ona beyin fırtınaları düzenleniyor, “aydınlarımız” davet aldıklarında eteklerini savura savura koşturuyorlardı. Gazetemizde Fethullah’la ilgili bitip tükenmeden yazı kaleme alan ve o yıllarda çok da eleştirilen Hikmet Çetinkaya dışında bir de İlhan Selçuk bu tehlikeye dikkat çekiyordu.

İlhan Selçuk’un Fethullah Gülen cemaati ile ilgili ilk yazısı 1994 yılında yayımlanmıştı. Bu yazıda Fethullah Gülen’in polis kolejlerinde örgütlendiğini, soruların çalındığını ve Emniyet’te örgütlenen bir tarikatın sonraki yıllarda devletin başına bela olacağını söylüyordu. Ergenekon tertibi başladığında da herkes “cambaza bak cambaza” komutuna uyarak ipteki cambazı seyrederken İlhan Selçuk, gözaltı sonrası gazetemize yaptığı ve manşette yer alan söyleşisinde şunları söylüyordu:

“Gözaltında sorgulanırken bende, laik orduyu ve bağımsız yargıyı tasfiye edecek bir operasyon mu, kuşkusu doğdu. ABD egemenliğindeki Türkiye’de Amerikan yörüngesinde bir darbe olursa bu bizim için felaket demektir. Laik ordu tasfiye edilirse Amerikan planlaması da uygulanmış olur.”
Erdoğan’ın tarikatların baskısı altında olduğunu hisseden İlhan Selçuk, 7 Haziran 2005 günkü yazısında şöyle diyordu:

Erdoğan’ın neden yüzünden düşen bin parça?..
Perde arkasında Erdoğan’ı şartlayan tarikatlar kesiminde neler dönüyor?
Yoksa Erdoğan’a bir şeyler dayatıyor olmasınlar?..
Başbakan bu yüzden mi sinirli?

‘Erdoğan takıyyeci’ demişti
RP’den ayrılıp AKP’yi kurduğu günlerde İstanbul sermayesi, medyayı yönlendiren kalem erbabı ve yöneticileri ile sık sık bir araya gelen Tayyip Erdoğan’ın kendisi “değiştik” demese de onun ağzından yine malum koro “milli görüş gömleğini çıkarmış, AB’ye girme konusunda bizimle aynı saftalar” türü methiyelere başladığı günlerde o, “değişen tek şey; RP’de iken ABD karşıtı olan Erdoğan ve arkadaşlarını, şimdi iktidara gelmenin ABD’nin onayı ve desteğiyle olabileceğini görmeleri, ABD’ye bağlılık yeminleri etmeleridir” diyecekti.

Erdoğan’ın asıl amacının Çankaya’ya çıkmak ve rejimi değiştirmek olduğunu da Aralık 2006’da dile getirmişti. Buyurun:

Tayyip artık günlerini Cumhurbaşkanlığı makamına yönelik yaşıyor...
Bu Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olmadığını görüp anlamak için ne olmalı?
Çok mu akıllı olmalı?
Yok canım..
Saf olmamalı yeter...
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi bir Cumhurbaşkanlığı seçimi değildir.
Nedir?
Hükümetten sonra devletin de 1923 Cumhuriyeti’nin elinden alınması demektir..
Hem de antidemokratik dokusu ağır basan bir haksız seçim zorlamasıyla...
Hem de herkes ‘asker darbe yapacak’ korkusuyla yaşatılan bir sivil darbeyle...
Çok değil beş ay kaldı!..

Dış politikadaki öngörüleri
İlhan Selçuk, AKP’nin Ortadoğu ve Kıbrıs konusundaki politikalarının da Türkiye’yi bir çıkmaza sürükleyeceğine dikkat çekmişti. BOP planı ile Ortadoğu’da ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Erdoğan’ın gelecekte uygulayacağı politikayı da şöyle haber vermişti:

“Erdoğan içeride iktidarını pekiştirdikten sonra İsrail ve ABD’ye kafa tutarak Ortadoğu’da yeni bir role soyunabilir mi?
Görelim...”

Kıbrıs konusunda da tehlikeye dikkat çekmiş, Annan Planı’na destek veren tayfaya, “Kıbrıs’ı kendi haline bırakırlar mı sanıyorsunuz. Doğu Akdeniz’i küresel güçler kendi egemenlik alanlarına almak için Kıbrıs’a ihtiyaçları var” diyecekti.
İlhan Selçuk’un en çok eleştiri aldığı konulardan biri de seküler milliyetçilerle CHP’nin AKP’ye karşı işbirliği yapma çağrısıydı. Bugün gelinen noktada AKP’yi gerileten sağ ve soldan tüm laik partilerin yerel seçimlerde işbirliği yapmasıyla mümkün olduğuna tanık olduk.

İlhan Selçuk, geleceği önceden öngören, sadece kendini değil toplumu da aydınlatan, devrin moda akımlarına ve sesi gür çıkan korolara aldırış etmeksizin bildiğini söyleyen aydın tipinin adıdır.