'Hepsi benim olsun, her şeye bir anda sahip olayım' diye ortalığı yakıp yıkanı, eşi dostu  için 'neyi varsa alayım çaresiz bırakayım' diye düşüneni, değil hayat, hiç kimse hoşgörmez, 'olur böyle şeyler' demez, sevgisini acımadan hırsı uğruna çarçur edeni de affetmez.

* * *

Fakir fukara biriymiş; eline kazmasını alır, her gün bahçenin yolunu tutar, akşama kadar kazma sallayarak, toprağını işlermiş.

Aşırı sıcağın altında kan ter içinde çalışırken, tarlasının kenarında susuzluktan dili dışarıda ıslık çalan yılanı görmiş. Yılan can çekişiyormuş.

Yılana acımış köylü, su tasından azıcık su dökmüş önüne. Suyu içmiş yılan, susuzluğunu giderince kendine gelmiş, ölümden kurtulduğuna sevinmiş, çalılıkların arasında kaybolup gitmiş.

Köylü, ertesi gün tarlasının kenarında öğle yemeği yerken yine aynı yılana rastlamış, açlıktan kıbırdamaya bile gücü yokmuş. Yemek yiyen köylüye bakıyormuş bir şeyler versin diye.

Köylü, ağaca asılı azık çıkınından şişeyi çıkarıp bir miktar süt döktüğü çanağı yılanın önüne doğru sürmüş. Bir hamlede çanaktakini yalayıp yutmuş yılan, canlanıvermiş, sonra da otların arasına doğru kayıp gitmiş.

Başını ezmek yerine 'yılan da bir canlı' diye düşünmüş köylü, suyunu yiyeceğini paylaşarak ona hayat verdiği için de mutlu olmuş. 

Ertesi gün tarlasının kenarında yılanı tekrar görünce şaşırmış köylü, üstelik ağzında bir şey varmış, pırıl pırıl parlarmış. Yine 'aç herhalde' diye düşünerek yine içine süt döktüğü çanağı yılanın önüne doğru itmiş. 

Yılan, ağzındaki parıldayan şeyi oracığa bırakmış, sonra çanaktaki sütle karnını doyurduktan sonra otların arasında kaybolmuş. Köylü yılanın bıraktığı şeyi eline alıp bakmış ki bu bir altın. Çok sevinmiş. 

Bu böyle sürüp gitmiş; köylü her gün şişeyle süt getirip yılana veriyor, yılan da ona bir altın bırakıp gidiyormuş. Köylü oldukca zengin biri olurken, yılan da irileşmiş, daha da büyümüş, güçlü kuvvetli olmuş. 

Günün birinde köylü hastalanmış. Oğlunu çağırıp durumu anlatmış, yılanın iyiliğinden sözetmiş, zarar görmemesini sıkı sıkı tembihlemiş ve bahçeye göndermiş.

Bir şişe sütle bahçeye giden oğul, yılanı beklemiş, biraz sonra ağzında bir altınla çıkagelmiş yılan, köylüyü görmeyince de şaşrrmış, çekinmiş. Oğul, sütü çanağa koyup yılanın önüne itince. O da altını bırakmış, karnını doyurup yine otların arasında kaybolmuş. 

Ancak oğulun aklı karışmış. Yılanın sarı sarı altınları nereden getirdiğini merak etmiş, düşünmüş taşınmış ki; bu altınların yerini bulursa tümünü birden alır ve çok zengin olur. 

Ancak önce yılanı halletmesi gerektiğine karar vermiş. Ertesi günü yanında kazmayla gelmiş bahçeye, yılanı beklemiş, sütü verip pusuda beklemiş. Yılan altını bırakıp sütle karnını doyurmuş, tam gidecekken, oğul kazmayı sallayıp yılanı öldürmeye çalışmış. Ancak kazma yılanın kuyruğuna rasgelmiş, kuyruğu parçalanan yılan can havliyle oğula saldırıp sokmuş, tüm zehirini vücuduna akıtmış. Tüm altınları alıp çok zengin olacağını düşünen çocuk, hırsının kurbanı olmuş, oracıkta ölmüş.

Durumu öğrenen köylü kahrolmuş, evlat acısı yüreğini yakmış. Epey bir süre o tarlaya hiç uğramamış. Bu arada hastalığı ilerlemiş, tedavi olacak parayı da bulamaz olmuş. Bir yandan evlat acısı, diğer yandan çaresizliği köylüyü iyice yıkmış. Sonunda bahçeye gitmeye karar vermiş, şişedeki sütü bir kaba koyup beklemeye başlamış. Sütü yılana verip altını almayı düşünüyormuş. 

Yılan, köylünün geldiğini görüp deliğinden çıkmış. Köylü mahcup ve çaresiz, yılan ise aç ve mecalsiz durumdaymış. Köylü ‘olan oldu, ben oğlumu kaybettim, sen ise kuyruğunu, unutalım her şeyi, yine dost olalım’ demiş.

Açlıktan kıbırdamaya bile gücü olmayan yılan dile gelmiş, üzgün ve çaresizce mırıldanmış: ‘Sendeki bu evlat acısı, bendeki de bu kuyruk acısı olduğu müddetçe biz asla seninle yeniden dost olamayız.’

* * *

SİZ, onun gibi; para pul mal mülk hırsı, öç alma duygusu ile sevgiyi saygıyı boğazlamayın, eşi dostu çaresiz bırakıp cesedi üzerinde gamgam dansı yapmayı düşlemeyin, ‘Köylü gibi’ çaresiz kalacak ve kapıma gelip itcesine yalvaracak diye beklemeyin, canını almaya kalkışmayın, yok etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin. Unutmayın; birinde kuyruk acısı, diğerinde evlat acısı varken ‘dost’ kalınmıyor.

Ha, bir de kimbilir belki o da “Anka Kuşu” gibi kendi küllerinden yeniden doğanlardandır; hırsınızla, acımasızlığınızla onu yok edemeyebilirsiniz… Siz siz olun; ne kimse ‘evlat acısı’ çeksin, ne de ‘kuyruk acısı’