Hayatının en büyük darbesini o çocuk yaşında aldı Kumru, henüz babasını kaybedeli birkaç yıl olmuştu. Babasının o sevgi dolu bakışlarını, gözlerinden düşen bir damla gözyaşını hala unutmamıştı. O babanın, kızı için dünyalara bedel olan o adamın, ani gidişi, annesini kökten değiştirmişti. Annesi hep sert, hep otoriter olmuştu ama Kumru, annesinin gözlerinin arkasındaki o derin acıyı görüyordu. Annesi, bir daha hiçbir şeyin aynı olmayacağını biliyordu. Kumru da bunu biliyordu ama bunu ne kadar saklarsan sakla, ölüm hep bir gölge gibi peşinden gelir.
BİR GÜN DAHA
5 Ekim. Sıradan bir gün. Öyle olması gerekirdi en azından… Kumru annesiyle birlikte eve döndüğünde kapının önünde bir ihbarname vardı. Annesi, ilk anda telaşa kapılmıştı. Kim göndermişti? Neden bir paket? Kumru, alaycı bir şekilde gülümseyip, “Merak etme anne, belki de bombadır!” diye şaka yapmıştı. O an, bu sözlerinin hayatını değiştireceğini bilmiyordu. Bu şaka, bir felaketin habercisiydi aslında. Ama kim bilebilirdi ki?
Ertesi gün, 6 Ekim Cumartesi. Kumru, annesinin endişeli bakışlarına aldırmadan evden çıktı. Arabasına bindi, o günlerde sıradan bir iş gibi görünen paketi almak için yola koyuldu. Kim bilir, belki de sıradan bir gündü gerçekten. Ama bazen hayat, sıradanlığın altına en büyük trajediyi gizler.
ANNE KORKUSU
Paketi aldığında, yırtık bir yerinden iki kitap göründü. Kumru’nun içinde bir rahatlama oldu. Ama annesi, onun annesi, başka türlü bir insandı. Tedirgindi. Paketi aldığında, Kumru’ya dönüp, “Bundan uzak dur,” dedi. Makası eline aldı, yavaşça paketi açmaya başladı. İçinde bir şeyler vardı; Kumru, annesinin ses tonundaki huzursuzluğu fark etti ama üzerinde durmadı. Yine de içi rahat etmemişti annesinin. “Bunu dışarıda açayım,” dedi ve Kumru’yu bir kez daha koruma içgüdüsüyle uzaklaştırdı.
Anne yüreği işte... Kumru’yu koruyordu. Oysa ne büyük bir çaresizlikle doluydu bu koruma. Annesi ne yaparsa yapsın, kaderin o acımasız eli çoktan üzerlerine uzanmıştı. Kumru annesinden ayrılalı henüz birkaç saniye olmuştu ki...
PATLAMA
Evi sarsan o korkunç patlama. Kumru'nun kulaklarını sağır eden, içini paramparça eden o ses. Gözleri hemen banyoya kaydı. "Şofben mi patladı?" Hayır... Orada her şey yerli yerindeydi. Kumru, bir çığlık attı. “Anne!” diye bağırdı. Ses yoktu. Yavaşça yukarı çıktı. Göz gözü görmüyordu. Toz duman. Gözleri yanıyordu, nefesi kesiliyordu. Ama asıl acı, kalbini delip geçen, beynini uyuşturan acı, onu yerinden oynatıyordu. "Anne!" Diye bağırdı yeniden. Sanki sesini daha fazla duyurabilse annesi ona dönecekmiş gibi. Ama o ses... Bir daha geri dönmeyecekti.
KAN VE ÇARESİZLİK
Duman biraz dağıldığında annesini gördü. Yerde yatıyordu. Kumru'nun içi boşaldı. Sanki dünya durdu. Sol kolu başının altına düşmüştü, ama eli yoktu. Eli yoktu! Gözlerinden yaşlar aktı, kalbi deli gibi çarptı, ama ağlayamıyordu. Sadece donup kalmıştı. Annemin eli yok, diyordu içinden. Eli yok! Kumru annesine bakıyordu ama o kadın artık annesi değildi. O kocaman, güçlü, her daim kontrolü elinde tutan annesi şimdi parçalanmış halde yerde yatıyordu. Onu asla bir daha saramayacak elleri…
Hastaneye gittiklerinde anladılar. Annesinin sadece eli değil, iki bacağı da kopmuştu. Bir de gözünü kaybetmişti. Kumru, annesinin gözlerine bakmayı hep severdi. O gözler şimdi bomboş bir kuyunun dibine düşmüştü. Annesi bir daha ona bakamayacaktı. Kumru'nun hayatındaki en büyük fırtına, o an başladı.
BİR YIKIMIN İZLERİ
Bahriye Üçok. Adı tarihe suikaste kurban giden ilk anne olarak geçti. Ama Kumru için, o sadece annesiydi. Onun Bahriye Üçok olması, onun bir tarihçi, siyaset bilimci ve akademisyen olması hiçbir şey ifade etmiyordu artık. O, Kumru’nun annesiydi ve artık yoktu. Annesi, Kumru'yu son ana kadar korumak istemişti. “Benden uzak dur” diyerek son nefesini verdi. Oysa Kumru, annesine son bir sarılamamıştı. Son bir bakış… Son bir veda...
Kumru o gün kendi elleriyle annesine bombayı getirdiğini düşündü. Kendi elleriyle annesini yok ettiğini... Bu acıyı her gün, her saat, her saniye içinde hissetti. Onun için hayat artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. Ne evlenmeyi düşündü ne de anne olmayı. Çünkü annesinin ateşi içinde yanıyordu. Bir insan her şeye alışabiliyordu belki ama Kumru için bu olay, alışmanın ötesinde bir karanlıktı. Annesi gitmiş, ama bıraktığı boşluk, Kumru'nun içine derin bir çukur gibi kazınmıştı. Her gün biraz daha içine düşüyor, biraz daha kayboluyordu.
SONSUZ BİR YALNIZLIK
Kumru’nun yaşamı, annesinin gidişiyle birlikte bambaşka bir hale büründü. Annesinin gölgesinde büyüdüğü ev artık sadece soğuk bir duvar yığınıydı. O evde, annenin sesi yankılanmıyor, o güçlü eller artık Kumru’yu saramıyordu. Kumru’nun içini kavuran en büyük acı da buydu. Annesini koruyamamıştı. Hayatının geri kalanını da bunun pişmanlığıyla geçirecekti. Artık Kumru'nun dünyasında annesinin sıcaklığı yoktu, sadece o acı dolu sessizlik vardı. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu.
Her şey bittiğinde Kumru, hayatına devam etmek zorundaydı. Ama o, her yeni günle birlikte annesinin yokluğunu iliklerine kadar hissetti. “Bombayı kendi ellerimle anneme verdim,” demişti bir röportajında. Bu söz, onun içindeki feryadın en açık ifadesiydi. İnsan her şeye alışırdı belki, ama bu acıya alışmak mümkün değildi. Kumru, yalnız bir dünya içinde, annesinin acısıyla yapayalnız kaldı.
Doç. Dr. Bahriye Üçok’un yaşamı: Bahriye Üçok, Türkiye'nin önemli akademisyenlerinden, siyasetçilerinden ve düşünürlerinden biriydi. 1919 yılında Trabzon’da doğdu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin ilk kadın öğretim üyesi olarak tarihe geçti. Aynı zamanda, akademik ve politik alandaki mücadelesiyle Türkiye'nin laik ve demokratik yapısına bağlılığıyla bilinen bir isimdi.
Bahriye Üçok, hem Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Ortaçağ ve Türk-İslam Tarihi eğitimi aldı hem de Ankara Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü’nden mezun oldu. Eğitimi ve ilgi alanları oldukça geniş olan Üçok, sadece tarihçi değil aynı zamanda iyi bir sanat insanıydı. Onun bu çok yönlülüğü, onu diğer bilim insanlarından ayıran önemli bir nitelikti.
Akademik kariyerinin yanı sıra, Bahriye Üçok, siyasetle de aktif olarak ilgilendi. 1971’de Cumhuriyet Senatosu'na kontenjan senatörü olarak atandı ve laiklik üzerine verdiği etkili söylemlerle dikkat çekti. 1983 yılında Halkçı Parti'den Ordu milletvekili seçildi ve bu görevi boyunca kadın hakları, laiklik ve eğitim konularında güçlü söylemler geliştirdi. Onun en büyük hedeflerinden biri, kadınların toplumda daha fazla yer bulması ve Türkiye’nin laik yapısının korunmasıydı.
Bahriye Üçok, İslami terör örgütlerinin tehditlerine karşı durdu. Bu duruşu, onun hayatına mal oldu. 6 Ekim 1990’da, Ankara’daki evine gönderilen bir bombalı paketi açarken hayatını kaybetti. Bu suikast, Türkiye’de derin bir üzüntü ve öfke yarattı. Bahriye Üçok, laiklik ve kadın hakları konusundaki mücadelesi nedeniyle hedef alınmış ve bir terör saldırısında yaşamını yitirmişti.
Onun ardında bıraktığı miras, yalnızca akademik çalışmaları değil, aynı zamanda demokratik, laik bir Türkiye için verdiği mücadeledir. Bahriye Üçok, her şeyden önce bir anneydi. Kumru’yu koruma içgüdüsüyle yaşadığı son anlarda bile, evladını her şeyin önüne koyarak hayata veda etti. Kumru, annesini kaybetmenin acısını her an içinde taşırken, Bahriye Üçok’un Türkiye’nin kadın hakları mücadelesine kattığı değer, her zaman hatırlanacak.
Yaşamı boyunca verdiği tüm emekler, Türkiye’nin geleceği için bir umut ışığı olmaya devam ediyor.