NET TÜRK TV
Güneri Cıvaoğlu:
HAYATI'ROMAN - Güneri Cıvaoğlu, gecenin en sessiz saatinde, belki de son kez kalemini eline aldı. Onun için yazmak bir alışkanlıktan fazlasıydı, bir nefesti. O sabah, kalemi belki de son defa masasının köşesinde usulca dururken, bir meslek ömrünün de sonuna geldiğinin farkındaydı kim bilir. Sabahın ilk ışıkları gözlerini kapadığına tanık oldu. Ama o gitmedi. İnsan nasıl sadece bedeniyle var olursa sadece bedeniyle de gitmezdi. Ardında bıraktığı izler, yazdığı yazılar, yaptığı programlar, söylediği her cümle, hâlâ aramızdaydı.
"Bir gazeteci nasıl yaşamalı?" sorusunu hayatı boyunca kendine sormuştu. Cevabını ise kalemiyle, kamerasıyla vermişti. O, gerçeği arayan, doğruların peşinde koşan bir adamdı. Bir gazetecinin, sadece olan biteni aktarmakla yetinmeyip, daha derinlere inmeye cesaret etmesi gerektiğini düşünüyordu. İşte Güneri Cıvaoğlu da bu cesareti gösteren ender gazetecilerdendi.
1939 yılında Ankara’da dünyaya geldiğinde, Türkiye bambaşka bir dönemden geçiyordu. Bir savaşın gölgesi, devrimlerin ışığı altındaydı ülke. Henüz çocukken, çevresindeki dünyayı anlamaya çalışan Cıvaoğlu, hukuk okumaya karar verdi. Hukuk, adaletin peşinden gitmeyi öğretir insana. Fakat onun kaderi, adaleti aramanın başka bir yolunu bulacaktı. Gazetecilik, onu çekti, içine aldı. Kalemi adaletin simgesi oldu, gerçeği bulmanın aracı haline geldi.
Genç yaşlarında, Akis dergisinde gazeteciliğe başladı. O zamanlar, Türkiye’de basın, siyaset ve toplum arasında sıkı bir köprüydü. Akis, bu köprünün en güçlü taşlarından biriydi ve Cıvaoğlu, burada gazetecilik yolculuğuna adım attı. Hızla yükseldi. Yetenekliydi, azimliydi ve en önemlisi, gerçeğin peşini bırakmayacak kadar cesurdu. Gazetecilik onun için sadece bir meslek değil, bir sorumluluktu. Toplumu aydınlatmak, insanların bilmediği gerçekleri onlara ulaştırmak onun en büyük amacıydı.
Yıllar geçtikçe, basının en saygın isimlerinden biri haline geldi. Tercüman gazetesindeki çalışmalarıyla, birçok insanın hayatına dokundu. Ancak zirveye ulaşması, Milliyet gazetesinde başyazar olduğu dönemdi. Artık bir köşe yazarıydı. Fakat onun köşe yazarlığı, sadece gündelik olayları aktarmaktan ibaret değildi. Her yazısında, olayların arka planına inmeye, görünmeyeni görünür kılmaya çalıştı. Milliyet’teki köşesinde, toplumsal meseleleri derinlemesine analiz ederken, insanların bilincinde yer edecek izler bırakmayı başardı.
Cıvaoğlu, gazeteciliği yalnızca kağıt üzerinde yapmadı. O, televizyonculuğun da içine girdi ve burada da gazetecilik ilkelerini, televizyonun büyülü dünyasında bile korumayı başardı. Onun için televizyon, sadece bir şov mecrası değildi. "Şeffaf Oda" adını verdiği programı, onun medya dünyasındaki farklı duruşunun en büyük simgesiydi. Şeffaf Oda, adından da anlaşılacağı üzere, medya dünyasında bir açıklık ve dürüstlük arayışının sembolüydü. Kanal D, FOX, TV8 gibi kanallarda yaptığı programlarda da aynı duruşu sergiledi. Her programında, olayların görünmeyen taraflarını, gözden kaçan detaylarını ortaya çıkarmaya çalıştı. Medyanın şeffaf olması gerektiğine inanıyordu. Dedikoduya, manipülasyona, sansasyona yer yoktu onun televizyonculuğunda. Bilgi, sadece gerçeği anlatmak için kullanılmalıydı.
Cesur bir gazeteciydi. Televizyon programlarında gündemi tartışırken, sakinliği ve bilge duruşu ile izleyicilere güven verirdi. "Durum" programında, ekranda beliren her sorunun ardında daha derin bir anlam arardı. Medyanın insanları eğlendirmek için değil, aydınlatmak için var olduğuna inandı. Şov dünyasında gösterişten kaçındı; onun tek gayesi, halkı doğru ve tarafsız bilgilendirmekti. Ekranların "şeffaf yüzü" olarak tanındı.
Ama Güneri Cıvaoğlu sadece bir gazeteci değildi. Aynı zamanda bir öğretmendi, bir mentördü. Bilgi Üniversitesi'nde verdiği derslerle, yeni nesil gazetecilere yol gösterdi. Gençlere, gazeteciliğin sadece haber yazmaktan ibaret olmadığını, gerçeği bulmak ve toplumu aydınlatmak olduğunu öğretti. Onun öğrencileri, sadece ders değil, aynı zamanda hayata dair bir perspektif kazandı. Gazetecilik onun ellerinde şekillenirken, gençlere ilham oldu. Onun öğrencileri, sahaya çıktıklarında Cıvaoğlu'nun izinden gitmeyi kendilerine görev bildiler.
Her büyük insan gibi, arkasında derin bir iz bıraktı. Uğur Dündar, "O her sabah bir adım önde olan adamdı. Artık sabahlar onsuz olacak," dediğinde aslında herkesin hissettiklerini dile getirmişti. Fatih Portakal, "Onunla aynı ekranda olmak bile bir şerefti. Televizyonculuk onsuz eksik kalacak," diyerek onun televizyonculuk dünyasındaki yeri doldurulmazlığını vurguladı. Ece Üner, "Şeffaflık dersi aldığımız tek insandı. Artık bu camiada onun boşluğunu dolduracak kimse kalmadı," derken, Cıvaoğlu'nun medyada bıraktığı boşluğun ne kadar büyük olduğunu ifade etti.
Güneri Cıvaoğlu, gazeteciliğe yeni bir boyut katmıştı. Onun gazeteciliği sadece tarafsızlıkla tanımlanamazdı. O, bilginin ve gerçeğin peşinden koşarken, aynı zamanda bir duruş sergiliyordu. Tarafsızlık onun için sadece bir kural değil, bir sorumluluktu. Gerçekleri sadece bir cepheden değil, her açıdan görmeye çalıştı. Olayları değerlendirirken her iki tarafa da eşit mesafede durmaya özen gösterdi. Ancak bu mesafe, yanlışın yanında durmamak anlamına geliyordu. Eğer bir yerde adaletsizlik varsa, Cıvaoğlu, tarafsızlık adına susmayı seçmezdi. Kalemi her zaman gerçeğin tarafında oldu.
Gazeteciliğinde bilgi en büyük güçtü. Hukuk fakültesinden gelen eğitimini, gazetecilikte kullanarak olayları en ince ayrıntısına kadar incelemeyi başardı. Yüzeysel değil, derinlemesine bir gazetecilik anlayışıyla, her zaman haberin özünü aradı. Her yazısında detaylara hakim oldu. Haberi yapmadan önce defalarca araştırdı, farklı kaynaklardan bilgi topladı ve kimsenin göremediği küçük ama önemli detayları yakaladı.
Onun televizyonculuğu da aynı titizlikle ilerledi. "Şeffaf Oda", medyada samimiyetin ve açıklığın simgesi oldu. Medya onun için, halkı bilgilendiren, gerçeği yansıtan bir araçtı. Gazeteciliği boyunca hep şeffaflık ve dürüstlüğün savunucusu oldu.
Ve en önemlisi, Güneri Cıvaoğlu sistemin içinde kaybolmadı. Gazetecilik onun için, sistemi sorgulamak ve topluma gerçekleri göstermek içindi. Güç odaklarına boyun eğmedi. Dürüstlük ve bağımsızlık, onun en büyük kılavuzları oldu.
Bugün Güneri Cıvaoğlu'nun adı, sadece bir gazeteci olarak değil, aynı zamanda bir ilke, bir duruş olarak anılıyor. Gazeteciliğin sadece haber yapmak olmadığını, topluma gerçekleri anlatma sorumluluğu olduğunu
anlatan bir meslek olduğunu her fırsatta hatırlattı. Güneri Cıvaoğlu’nun gazeteciliği, sadece bir iş yapmaktan ibaret değildi; o, toplumu eğitmek, aydınlatmak ve bilgilendirmek için kalemini ve ekranı kullandı. Bu nedenle onun adı, gazeteciliğin en parlak sayfalarına altın harflerle kazındı.
Güneri Cıvaoğlu’nun Gazetecilik İlkeleri:
Cıvaoğlu’nun gazeteciliği birkaç temel ilke üzerine kuruluydu. Onu diğer gazetecilerden ayıran ve halkın gözünde farklı bir yere oturtan bu ilkelerdi:
1. Tarafsızlık ve Gerçekçilik: Tarafsızlık, Güneri Cıvaoğlu’nun gazeteciliğinde çok önemli bir yer tutuyordu. Tarafsız olmak onun için, sadece bir etik kural değil, bir yaşam biçimiydi. Olayları değerlendirirken, tek bir pencereden bakmaz, her açıdan ele alırdı. Ancak bu tarafsızlık, haksızlıklara karşı sessiz kalmak anlamına gelmezdi. Adaletin yanında durmayı, haklının hakkını savunmayı her zaman görev bilirdi. Cıvaoğlu, “tarafsız olmak, adaletsizlik karşısında susmak değildir” derdi. Eğer bir yerde haksızlık varsa, gerçeğin tarafını tutardı.
2. Bilgiye Dayalı Gazetecilik: Cıvaoğlu, gazetecilikte bilginin gücüne inanıyordu. Yüzeysel, aceleci habercilik anlayışına karşı durdu. Her yazısında, her programında, olayların en ince detayına kadar inerek, derinlemesine bir analiz yapmayı tercih etti. Olaylara yaklaşımı titizdi. Haberi hazırlamadan önce araştırma yapar, konuyu farklı açılardan ele alır ve hiçbir detayın gözden kaçmasına izin vermezdi. Ona göre, gazetecilikte yüzeysellik, halkı yanıltmak anlamına gelirdi. Bu yüzden yazdığı her kelimenin arkasında sağlam bir bilgi birikimi vardı. Cıvaoğlu'nun gazeteciliğinde detaylar, büyük resmi oluşturan en önemli unsurlardı.
3. Şeffaflık ve Dürüstlük: Şeffaflık, Güneri Cıvaoğlu’nun en çok önem verdiği ilkelerden biriydi. Gazetecilikte hiçbir şeyin gizli kalmaması gerektiğini savunurdu. Bu yüzden yaptığı programlara “Şeffaf Oda” adını verdi. Ona göre medya, halkı bilgilendiren bir ayna olmalıydı; ne varsa olduğu gibi yansıtmalıydı. Gizli saklı hiçbir şey kalmamalı, medya halktan hiçbir gerçeği gizlememeliydi. Şeffaflık, onun medya anlayışının temel taşıydı. Dedikoduya, spekülasyona yer yoktu. Medyanın en büyük amacı, gerçeği ortaya çıkarmak ve halkı aydınlatmak olmalıydı.
4. Cesaret ve Bağımsızlık: Güneri Cıvaoğlu, mesleki bağımsızlığına her zaman büyük bir önem verdi. Hayatında hiçbir zaman güç odaklarına boyun eğmedi, gazeteciliğini etkileyebilecek baskılara teslim olmadı. Ona göre gazetecilik, iktidar ya da güç odaklarının etkisi altında yapılmamalıydı. Medyanın gücü, bağımsızlığında yatardı. Bu yüzden, hangi medya kuruluşunda çalışırsa çalışsın, hep kendi çizgisini korudu. Gazetecilik onun için, sistemin parçası olmak değil, sistemi sorgulamak anlamına geliyordu. Güç sahipleri kim olursa olsun, Cıvaoğlu’nun kalemi her zaman halkın yanındaydı.
Güneri Cıvaoğlu, gazetecilik kariyerinde sadece toplumu aydınlatmakla kalmadı, aynı zamanda genç gazetecilere de ilham kaynağı oldu. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde verdiği derslerle, yeni nesil gazetecilere yol gösterdi. Öğrencileri ona sadece bir öğretmen olarak değil, bir mentör, bir rehber olarak baktılar. Cıvaoğlu, gazeteciliği onlara sadece teknik bir meslek olarak değil, toplumsal bir sorumluluk olarak öğretti. “Gazetecilik, toplumu aydınlatma ve bilgiyle donatma mesleğidir” derdi. Onun öğrencileri, sadece sahada nasıl çalışacaklarını değil, mesleğin etik kurallarını ve toplumsal sorumluluğunu da ondan öğrendiler. Cıvaoğlu’nun gazetecilik anlayışı, genç nesil gazeteciler arasında bir efsane haline geldi.
Cıvaoğlu, ardında sadece köşe yazıları ve televizyon programları bırakmadı. O, gazeteciliğe kattığı ilkelerle mesleğe bir miras bıraktı. "Güneri Cıvaoğlu gazeteciliği" denildiğinde, akla tarafsızlık, dürüstlük, bilgiye dayalı habercilik ve bağımsız bir duruş gelir. Bugün hâlâ onun mirasını sürdüren gazeteciler var, ancak onun gibi bir isim kolay kolay gelmez. Güneri Cıvaoğlu, gazeteciliğin, gerçekleri olduğu gibi aktarma yeteneğine dayanan bir meslek olduğunu her fırsatta hatırlattı.
Güneri Cıvaoğlu, yaşadığı dönemde Türk basınının en saygın isimlerinden biri haline geldi. Gazeteciliğe adadığı ömrü boyunca gerçeği aradı, adaletin peşinden koştu. Onun için gazetecilik, toplumun aynasıydı; bu aynanın gerçeği göstermesi gerekiyordu. Cıvaoğlu, gerçeği ararken hiçbir zaman boyun eğmedi, cesurca ilerledi. Mesleğine olan tutkusunu, ilkelerinden asla ödün vermeden sürdürdü. Onun gazeteciliği, bilgiye, dürüstlüğe ve cesarete dayanan bir anlayıştı.
Bugün, Güneri Cıvaoğlu’nun adı, basının en önemli duayenleri arasında anılıyor. Onun ardından söylenen her söz, aslında onun geride bıraktığı büyük mirasın bir yansıması. Uğur Dündar’ın dediği gibi, “O her sabah bir adım önde olan adamdı. Artık sabahlar onsuz olacak.” Ancak onun bıraktığı ilkeler ve yazdığı satırlar, her sabah onunla yaşamaya devam edecek. Cıvaoğlu’nun izleri, televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında, öğrencilerinin kaleminde yaşamaya devam ediyor.
Güneri Cıvaoğlu gibi gazeteciler, kolay yetişmez. Onun bıraktığı iz, Türk basınında her zaman hissedilecek. Cıvaoğlu’nun ardında bıraktığı mesleki miras, gazeteciliğin ne kadar güçlü ve etkili olabileceğini bizlere hatırlatıyor. Onun gibi bir gazeteci, bir daha gelir mi bilinmez ama Cıvaoğlu’nun ilkeleri, bu mesleği sürdüren herkes için bir rehber olmaya devam edecek.
Hoşça kal Güneri Cıvaoğlu, geride bıraktıklarınla aramızda olmaya devam edeceksin.