NET TÜRK TV
Yıl 1912. Van’ın dağları henüz uykudaydı. Sabahın sessizliği boğucu, hava serindi. Küçük bir köy evinin kapısından bir çığlık duyuldu. Bir bebek doğdu o sabah. Annesi, onun adını Mehmet koydu. Mehmet Ruhi Su. Kısa süre sonra bu küçücük bebeğin hayatına koca bir karanlık çöktü. Annesi ve babası bir sabah ansızın kayboldu. Hiç kimse nereye gittiklerini bilmedi. Yalnızlık, henüz birkaç yaşındaki Mehmet’in ilk ve en büyük dostu oldu. Onu sarıp sarmalayan, her geçen gün daha da büyüyen, kimsesizliğin soğukluğuydu.
ADANA'DA ÖKSÜZLER YURDU
Mehmet'in çocukluğu, savaşın getirdiği kargaşada kaybolup giden binlerce yetimden biri olarak geçti. Van’ın kayalıklarından, Adana’nın sıcak topraklarına savruldu. Bir öksüzler yurdunda, kaderin acımasızlığına teslim oldu. Her sabah pencerenin önünde saatlerce durur, uzaklara bakardı. O pencerenin dışına bakarken içindeki sorular yankılanırdı: “Neden kimsesizim? Neden beni kimse istemedi?” Bu sorulara hiçbir zaman bir cevap bulamadı. Yurt odasının sessizliğinde büyüdü Mehmet. Gözyaşları birikip boğazında düğümlenir, dışarı çıkamazdı. O, artık bu yalnızlığın içinde kaybolmuş bir çocuktu.
KADERİN BİR YİNE YÜZÜ GÜLMEDİ
Adana’nın kavurucu sıcağında, kimse olmayan bir aileye verildi. Bu insanlar, ona “amca” ve “yenge” dedirttiler. Mehmet’in dilinde bu kelimeler dökülürken, kalbinde derin bir boşluk vardı. Bu kelimeler ona sahte bir güvence sunuyor, ama içindeki yalnızlığı derinleştiriyordu. Bir sabah, İngiliz işgali sırasında o aile de ortadan kayboldu. Mehmet, tekrar öksüzler yurdunun o kasvetli duvarlarına döndü. Bu kez daha da derin bir acıyla. Artık kimse ona güven vermiyordu. Hayatında tutunacak hiçbir dal kalmamıştı.
MÜZİKLE GELEN UMUT
Ama bir şey vardı Mehmet’in içinde. Küçükken farkına varamadığı, yüreğinin derinlerinde bir kıvılcım. Müzik... Yurt odasının sessizliğinde, yalnız gecelerde, bağlamanın tellerine dokunduğunda, bir anlığına bile olsa kendini özgür hissetti. Kemanın yayına vurduğunda, içindeki yalnızlık yerini tarifsiz bir huzura bıraktı. Müziğin sesi, onun için acıların üstesinden gelmenin bir yolu oldu.
Mehmet büyüdü, müziğe olan tutkusu onu Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne taşıdı. Artık sadece bir yetim değildi, müziğe aşık genç bir adamdı. Yıllar geçti, 1942’ye geldiğinde, artık Ruhi Su adıyla tanınır oldu. Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun oldu, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nda çalışmaya başladı. Ama Ruhi Su, sadece bir müzisyen değildi. O, halkın sesi olmak istiyordu. Ezilenlerin, yoksulların, sesi duyulmayanların türkülerini söylüyordu. Devletin gözünde bu bir suçtu. 1951 yılında, komünist olduğu iddiasıyla Sansaryan Han’ın zindanlarına atıldı. Beş yıl boyunca, soğuk duvarlar arasında direndi. “Mahsus mahal derler zindandayım,” dedi. Çünkü onun türkülerini kimse susturamazdı.
ZİNDANDAN MEYDANLARA
Cezaevinden çıktığında, Ankara Radyosu’nda çalışmaya başladı. Ama bir türkü yüzünden kovuldu. “Serdari halimiz böyle n’olacak, kısa çöp uzundan hakkın alacak” dediği için. O sözler, iktidarın kulağını tırmalıyordu. Halkın içindeki isyanı dile getiren her türkü, Ruhi Su’nun başına bela oldu. Ama o, hiçbir zaman susmadı. Hep söyledi, hep direndi.
ANADOLU'NUN SESİ
Yıllar geçti. Ruhi Su, Anadolu’nun dört bir yanını türkülerle dolaştı. Halkın acılarını, sevinçlerini, isyanlarını dillendirdi. O, artık sadece bir müzisyen değil, halkın kahramanı olmuştu. 1969 yılında, Kanlı Pazar’da öldürülenler için ağıtlar yaktı. “Bu Meydan Kanlı Meydan” diyerek meydanlarda toplanan gençlerin sesi oldu.
DARBE YILLARI VE HASTALIK
Darbe yılları geldiğinde, Ruhi Su yine susturulmak istendi. 12 Eylül’ün karanlık gölgesi ülkenin üstüne çöktüğünde, o hala türkülerini söylüyordu. Ancak bu kez hastalık peşini bırakmadı. Kemik kanserine yakalandı. Tedavi için yurtdışına gitmesi gerekiyordu ama devlet ona pasaport vermedi. Onun ölmesini istediler. Tedavi edilmedi. Ve Ruhi Su, 1985 yılında, sessizce hayata veda etti. Ama bu sessizlik, onun ardından yankılanan türkülerle bozuldu. Halkın yüreğinde, onun sesi hala gür bir nehir gibi akıyordu.
MEZARINA BİLE HUZUR YOK
Ruhi Su’nun mezarı bile huzur bulamadı. 1990 yılında, kimliği belirsiz kişiler mezarına saldırdılar. Mezar taşını kurşunladılar. O kurşunlar, onun türkülerini susturmayı amaçladı. Ama Ruhi Su’nun mirası, bu toprakların her bir köşesinde yankılanmaya devam etti. Çünkü türküler, halkın nefesiydi. Halkın acısını, isyanını, umudunu taşırdı. Ruhi Su, bu nefesin sesi olmaktan asla vazgeçmedi.
KİM KİMDİR?
Ruhi Su (Mehmet Ruhi Su)
Doğum Yeri ve Tarihi: 1912, Van
Ölüm Tarihi: 1985, İstanbul
Meslek: Halk müziği sanatçısı, opera sanatçısı, müzik öğretmeniRuhi Su, gerçek adıyla Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van'da dünyaya geldi. Küçük yaştaki annesini ve babasını kaybettiği için kimsesiz kaldı ve yetim büyüdü. Adana'da bir öksüzler yurdunda kaldıtan sonra müziği olan ilgi onu öksüzler yurdundan Ankara Musiki Muallim Mektebi'ne kadar taşıdı. 1942 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'ndan mezun oldu ve Cumhurbaşkanlığı Orkestrası'nda çalışmaya başladı. Ancak Ruhi Su sadece bir müzisyen değil, uzaktaki sesleri temizleyen bir sanatçı olarak anıldı.
1951'de politik tutukluluk yapıldı ve 5 yıl hapis yattı. Cezaevinde bile türkülerini devam ettirdi. Çıkışın ardından Ankara Radyosu'nda çalıştı ancak politik muhafaza nedeniyle son verildi. Bununla birlikte Anadolu'nun sesi olan türkülerini büyük bir sevdayla halka ulaştırmaya devam etti. 1960'larda Dostlar Korosu'nu kurdu ve çok sesli halk müziğinin aralarında büyük katkı sağladı. Pir Sultan Abdal başta olmak üzere, birçok Alevi ozanının sözleriyle müzikle buluşturdu.
TÜRKÜLERİYE RUIHİ SU
- "Mahsus Mahal" – Zindanda'nın yaşadığı ağır operasyonler sırasında yazdığı bu türkü, onun direnişini ve sabrını simgeler.
- "Çocuklar Gibi" – Nazım Hikmet'in şiirinden bestelediği bu eser, umut dolu bir insanlığın özlemini anlatır.
- "Zahidem" – İçli bir sevda türküsü olarak Ruhi Su'nun yorumuyla halk arasında yaygınlaşmış ve derin bir etki bırakmıştır.
- "Bebek Türküsü" – Anadolu'nun ezilmiş hikayesi, Ruhi Su'nun sesinde yankı bulmuştur.
- "Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı" – Bir kahramanlık destanı olan bu türkü, Ruhi Su'nun yorumuyla muhteşem bir hale geldi.
Ruhi Su, halkın acılarını, isyanlarını ve sevdalarını dile getiren türkülerle tanındı. 1969'da Kanlı Pazar'da can kayıpları için yaktığı ağıt, 1 Mayıs katliamında ölenler için söylediği türküler, onun halkının yanında durmasını gösterdi.
12 Eylül askeri darbesinin ardından kemik kanserine yakalandı. Yurtdışında tedavi görmesi gerekiyordu ancak pasaport verilmediği için Türkiye'de tedavi kalmadı. 1985 yılında hayatını kaybeden Ruhi Su'nun cenaze töreni, 12 Eylül'ün ardından Türkiye'deki ilk büyük toplumsal protestoya dönüştü.
Ruhi Su, arkasında 16 adet 45'lik plak, 11 uzunçalar ve çok sayıda hayran kitlesi, halkın yüreğinde türküleriyle yaşamaya devam etti.