NET TÜRK TV

İnsanlık tarihi boyunca toplumsal yapılar, ekonomik sistemler ve cinsiyet rolleri sürekli bir dönüşüm içerisinde olmuştur. Bu dönüşümlerin merkezinde ise mülkiyet kavramının ortaya çıkışı ve gelişimi önemli bir rol oynamıştır. 

İlk dönemlerde kadın ve erkek arasında görece eşitlikçi bir ilişki varken, özel mülkiyetin doğuşuyla birlikte kadınların toplumsal statüsü ve hakları ciddi şekilde gerilemiştir. Bu süreç, sanayi devrimiyle birlikte farklı bir boyut kazanmış, kadınlar ve çocuklar ucuz iş gücü olarak sömürülmüştür. 

Günümüzde ise cam tavan sendromu ve ücret eşitsizliği gibi sorunlarla devam eden bu eşitsizlik, hatta Albert Einstein gibi dünya çapında tanınan bilim insanlarının bile evliliklerinde görülen kadın haklarına yönelik kısıtlamalarla kendini göstermiştir. Bu makalede, kadının mülkiyetle başlayan köleleştirilme sürecinden sanayi devrimine ve modern zamanlara uzanan tarihsel bir perspektif sunulacak ve bu süreçler eleştirel bir bakış açısıyla sorgulanacaktır.

İlkel Topluluklarda Cinsiyet Eşitliği ve Mülkiyet Kavramının Yokluğu

İnsanlığın avcı-toplayıcı dönemlerinde, toplulukların yapısı ve işleyişi günümüzden oldukça farklıydı. Bu dönemde özel mülkiyet kavramı bulunmadığı gibi, toplumsal roller de cinsiyetler arasında daha eşitlikçiydi. Hem kadınlar hem de erkekler hayatta kalmak için gerekli olan faaliyetlere eşit oranda katılıyor, yiyecek toplama ve avlanma gibi görevleri paylaşarak yerine getiriyordu. Kadınlar bitki toplama ve küçük avlarla uğraşırken, erkekler büyük avlara çıkıyordu. Ancak her iki cinsin de topluluğun sürdürülebilirliği için eşit derecede önemli katkıları vardı.

Bu eşitlikçi yapı, özel mülkiyetin ve sınıfsal farklılıkların olmadığı bir toplumsal düzenin sonucuydu. Kaynaklar ortaklaşa kullanılıyor, elde edilen ürünler tüm topluluk üyeleri arasında paylaştırılıyordu. Bu durum, cinsiyetler arası güç dengesini koruyor ve hiçbir cinsin diğeri üzerinde baskı kurmasına izin vermiyordu. Ayrıca, bu dönemde çocukların bakımı ve yetiştirilmesi de kolektif bir sorumluluk olarak görülüyordu, bu da aile kavramının günümüzdekinden oldukça farklı olmasına neden oluyordu.

Mülkiyetin Ortaya Çıkışı ve Kadının Toplumsal Statüsündeki Değişim

Tarım devrimi ile birlikte insanlar yerleşik hayata geçmeye başladı ve bu da özel mülkiyet kavramının doğmasına yol açtı. Toprakların işlenmesi ve tarım ürünlerinin depolanması, kişisel mülkiyetin ve dolayısıyla servet birikiminin mümkün hale gelmesini sağladı. Bu süreçte erkekler hem fiziksel güçleri nedeniyle tarımsal faaliyetlerde ve mülkiyetin korunmasında daha etkin rol almaya başlarken, mülkiyetle birlikte ortaya çıkan miras kavramı mülkiyetin çocuğa aktarılması kadının da evlilik yoluyla erkek egemenliğine girmesine adeta onun mülkiyeti içinde olmasına yol açtı. 

Eski Mısır Uygarlığı: Eşitlikçi Kadın Hakları

Eski Mısır, kadın hakları konusunda ileri bir medeniyet olarak öne çıkar. Bu toplumda kadınlar miras hakkına sahipti, ticaret yapabiliyor ve boşanma davası açabiliyorlardı. Kadınlar, tanrıçalara tapınma ve dini ritüellere katılma gibi önemli sosyal roller üstlenmişlerdi. Özellikle Kraliçe Hatshepsut gibi figürler, bu medeniyette kadının güçlü bir yerinin olduğunu gösterir. Ancak, mülkiyetin önemi arttıkça, kadının bu bağımsız konumu bile zamanla erozyona uğrayarak, erkek egemen yapının güçlenmesine yol açtı.

Yine Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Devlet yönetiminde hakanların yanında hatun ada verilen eşleri söz sahibiydi. Kadınlar ata binip ok atar, güreş gibi ağır sporları yapar savaşlara katılırdı. Han ve Katunn gök ve yerin evlatları olarak algılanırdı. 

Roma İmparatorluğu: Kadının Statüsünün Düşüşü

Roma İmparatorluğu'nda kadınlar, Eski Mısır'dakine göre daha sınırlı haklara sahipti. Roma hukuku, kadınları erkeklerin vesayeti altında tutmuş, onları yasal işlemler yapabilmek için bir erkek akrabanın iznine muhtaç hale getirmiştir. Kadınların sosyal statüsü, evlilik yoluyla elde edilen mal varlıklarına ve kocalarının toplumsal statüsüne bağlıydı. Roma İmparatorluğu’nda köle kadınlar, özellikle mülkiyet sistemi ile birlikte, toplumun en alt sınıfına itildiler ve bu durum kadınların toplumsal eşitsizlikle karşı karşıya kalmalarına neden oldu.

Mülkiyetin Önemi: İslam, Hint ve Viking Medeniyetlerinde Kadın Hakları

Mülkiyetle birlikte kadınlarının da mirasta hak sahibi olup olmayacağı konusu da tartışma yarattı. 

İslam medeniyeti, kadınların miras hakkını tanıyan ve eğitim almalarını teşvik eden bir yaklaşım sergilemiştir. İslam hukukuna göre, kadınlar miras alabilir, mülk sahibi olabilir ve bu mülk üzerinde tasarrufta bulunabilirlerdi. Ayrıca, İslam dünyasında birçok kadın, ilim ve edebiyat alanında önemli roller üstlenmiştir. Ancak, bu haklar zamanla toplumların patriyarkal yapılarında erozyona uğramış ve kadınların özgürlükleri kısıtlanmıştır.

Viking Toplumu: Kadınların Gücü

Viking toplumunda kadınlar, miras haklarına sahipti ve tarım, ticaret gibi ekonomik faaliyetlerde etkin rol oynuyordu. Kadınlar, evin ve ailenin yönetiminde söz sahibiydi, hatta bazı kadınlar savaşçı olarak bile tanınırdı. Ancak Vikinglerin savaşçı kültürü ve mülkiyetin önem kazanmasıyla birlikte, kadınların sosyal statüsü zamanla erozyona uğradı.

Hint Medeniyeti: Vedik Dönemden Günümüze(Vedalar adı verilen kutsal metinlerin yazıldığı dönem) Hint alt kıtasında Vedik dönemden itibaren kadınlar eğitim alma ve bilimle ilgilenme hakkına sahipti. Vedik dönem boyunca, kadınlar toplumun entelektüel hayatında aktif bir rol oynadılar. Ancak, sonraki dönemlerde, mülkiyetin ve patriyarkal düzenin önemi arttıkça, kadınların statüsü giderek geriledi. Özellikle mülkiyet ve kast sisteminin gelişmesiyle, kadınlar toplumda alt seviyelere indirildi ve bu durum günümüze kadar etkisini sürdürdü.

Sanayi Devrimi ve Kadının İş Gücünde Sömürülmesi 

19. yüzyıllarda gerçekleşen Sanayi Devrimi, toplumsal ve ekonomik yapıda büyük değişimlere yol açtı. Fabrikaların kurulması ve seri üretime geçilmesiyle birlikte, iş gücüne olan talep arttı. Bu talebi karşılamak için kadınlar ve çocuklar ucuz iş gücü olarak çalışma hayatına dahil edildi.

Sanayi Devrimi'nin başlangıcında, fabrikalarda çalışan kadınlar ve çocuklar, uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşulları altında düşük ücretlerle çalışmak zorunda kaldılar. Fiziksel ve zihinsel sağlıklarını olumsuz etkileyen bu koşullar, aynı zamanda aile yaşamını da derinden sarstı. Kadınların çalışma hayatına girmesi, ev içi rollerini de sürdürmelerini zorunlu kıldı ve bu da onların üzerindeki yükü daha da artırdı.

Sanayi Devrimi, kadınların ekonomik hayata katılımını artırmış olsa da, bu katılım eşitlikçi bir temelde gerçekleşmedi. Kadınlar, aynı işi yapan erkeklere göre daha düşük ücret alıyor ve iş yerlerinde cinsiyet ayrımcılığına maruz kalıyordu. Ayrıca, çalışma koşullarının zorluğu ve uzun saatler, kadınların eğitim ve sosyal hayata katılımlarını da kısıtlıyordu.

Modern Zamanlarda Kadının Çalışma Hayatındaki Konumu ve Cam Tavan Sendromu

Günümüzde kadınların çalışma hayatındaki rolü geçmişe göre önemli ölçüde artmış olsa da, eşitlik mücadelesi hala devam etmektedir. Birçok sektörde kadınlar, aynı işi yapan erkeklere göre daha düşük ücret almakta ve kariyer basamaklarını tırmanırken "cam tavan" olarak adlandırılan görünmez engellerle karşılaşmaktadır.

Cam tavan sendromu, kadınların belirli bir noktadan sonra kariyerlerinde ilerleyememeleri ve üst düzey yönetim pozisyonlarına erişememeleri anlamına gelir. Bu durum, iş yerlerindeki cinsiyet ayrımcılığı, önyargılar ve geleneksel cinsiyet rolleri nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Kadınların liderlik pozisyonlarına gelmelerinin engellenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması önünde büyük bir engel oluşturmaktadır.

Ayrıca, günümüzde kadınlar hala ucuz iş gücü olarak görülmekte ve özellikle düşük ücretli ve güvencesiz işlerde yoğunlaşmaktadır. Ev içi sorumlulukların büyük bir kısmının hala kadınlar üzerinde olması, onların iş hayatında tam potansiyellerine ulaşmalarını engelleyen bir diğer faktördür. Tüm bu sorunlar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için daha fazla çaba ve politik müdahaleye ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Albert Einstein'ın Evlilik Sözleşmesi ve Kadın Haklarına Bakış Açısı

Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda şaşırtıcı örneklerden biri de dünya çapında tanınan fizikçi Albert Einstein'ın ilk eşi Mileva Marić ile yaptığı evlilik sözleşmesidir. Einstein, evliliklerinin zor bir döneminde, Mileva'ya bir dizi katı şartlar içeren bir sözleşme sunmuştur. Bu sözleşme, Mileva'nın ev içi sorumluluklarını ve Einstein'ın kişisel alanına saygı duymasını detaylı bir şekilde belirlemekteydi.

Sözleşmenin maddeleri arasında Mileva'nın Einstein'ın yanında oturmayacağı, fiziksel yakınlık beklemeyeceği, Einstein'ın istediği zaman konuşmayı kesme hakkına sahip olacağı ve Mileva'nın çocuklar önünde onu eleştirmeyeceği gibi şartlar bulunmaktaydı. Bu şartlar, evlilik içinde bile kadının haklarının nasıl kısıtlanabildiğini ve erkek egemen bakış açısının ne kadar derinlere işlediğini göstermektedir.

Einstein gibi bilim ve düşünce dünyasının öncülerinden birinin bile böylesine cinsiyetçi ve baskıcı tutumlar sergilemesi, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin ne kadar zorlu ve çok katmanlı olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu örnek, eğitim ve entelektüel birikimin bile bazen köklü toplumsal önyargıları aşmakta yetersiz kalabileceğini göstermektedir.

Mülkiyetle Köleleştirme

Kadının mülkiyetle başlayan köleleştirilme süreci, tarih boyunca farklı biçimlerde devam etmiş ve günümüzde de çeşitli şekillerde varlığını sürdürmektedir. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte başlayan cinsiyet eşitsizliği, sanayi devrimiyle yeni bir boyut kazanmış ve modern zamanlarda da cam tavan sendromu ve ücret eşitsizliği gibi sorunlarla devam etmektedir. Albert Einstein örneğinde olduğu gibi, bireysel düzeyde bile kadınların haklarının kısıtlanması, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin ne kadar karmaşık ve derin olduğunu göstermektedir. Bu sorunların çözümü için, toplumsal yapının ve ekonomik sistemlerin köklü bir şekilde sorgulanması ve dönüştürülmesi gerekmektedir. Eğitimin, yasal düzenlemelerin ve toplumsal bilinçlendirme çalışmalarının bu dönüşümde önemli bir rolü bulunmaktadır. Kadınların ekonomik, sosyal ve politik hayata tam ve eşit katılımı sağlanmadıkça, toplumların gerçek anlamda ilerlemesi mümkün olmayacaktır. Tarihten alınacak derslerle, geleceği daha eşitlikçi ve adil bir şekilde inşa etmek, insanlığın ortak sorumluluğudur.

Kaynakça: 

https://dergipark.org.tr/tr/pub/scd/issue/40790/478397

https://egazete.anadolu.edu.tr/kampus/30299/calisma-hayatinda-kadinin-yeri

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/55709

htthttps://dergipark.org.tr/tr/pub/rteusbe/issue/26017/502327ps://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2017-2017-1727

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/55709

https://eksiseyler.com/ozel-mulkiyet-kavraminin-ortaya-cikisi-ve-sonrasinda-yasanan-muthis-degisim

#Kaçış yok, o korkutucu son yaklaşıyor! #Kaçış yok, o korkutucu son yaklaşıyor!

https://dergipark.org.tr/tr/pub/yuhfd/issue/60648/894804

https://dergipark.org.tr/tr/pub/mulkiye/issue/273/1173

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/100951

https://dergipark.org.tr/tr/pub/yasamadergisi/issue/54467/741375

NEVİN BİLGİN  (https://nevinbilginhaber.blogspot.com)

*  * *

www.netturk.com.tr

Editör: Haber Merkezi