NET TÜRK TV
OKSİJEN'deki yazısında 'Japon Yeni’nin ani yükselişi ve ABD’de resesyon endişelerinin artmasıyla tetiklenen küresel dalgalanmanın Türkiye’ye yansıması sınırlı olacaktır.' diyor Haluk Bürümcekçi; 'Aksine yabancı yatırımcıların bir miktar portföy ve carry-trade çıkışı, TL’deki aşırı reel değerlenme eğilimi nedeniyle piyasadan yüklü döviz almak zorunda kalan TCMB’yi biraz rahatlatır.' görüşünde.
Bugünlerle ilgili memleketin halini iyi analiz edebilenlerden biri olan Haluk Bürümcekçi'nin yazısı şöyle:
Piyasa bu dalgalanır durur, sen dalgana bak!
Haluk Bürümcekçi
İçeride ekonomik kriz var mı yok mu tartışmaları sürerken geçen hafta küresel piyasalar uzun süredir unuttuğu sert bir türbülans yaşadı. Japonya Merkez Bankası’nın uzun yıllar sonra faiz artışına gitmesiyle, pozisyonlar için ana fonlama para birimi olan Japon Yeni’nin değer kazanması, hemen ardından FED’in eylülde faiz indirimi sinyali vermesini takiben tarım dışı istihdam raporunun işsizlik oranının belirgin yükseldiğini yansıtması, küresel piyasalarda resesyon endişelerine bağlı fiyatlama doğrultusunda satışları tetikledi ve bunun yol açtığı sert dalgalı bir hafta yaşadık. Baştan belirteyim, kendini bir süredir unuttursa da piyasalarda zaman zaman böyle dalgalanmalar görülür ve belli bir yönde aşırı pozisyonlanma kaynaklı olduğundan, pozisyonlar normale dönene kadar volatilite görülür. Dolayısıyla, buradan hareketle “Yok ABD resesyona girdi, yok FED olağanüstü toplantı ile faiz indirecek” türü panik çağrıların bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum.
ABD’nin mevcut aktivite ve istihdam verileri, enflasyon görünümü ve bunlara ilişkin öncü göstergelerin henüz resesyon sinyali verdiğini görmüyorum. Ayrıca, FED’in piyasalardaki panik havasına sakin bir şekilde yaklaşacağını, Powell’ın ise piyasaları rahatlatacak açıklamalarını eğer bu aralar başka bir iletişim planlanmazsa tüm merkez bankalarının bir araya geldiği 22-24 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek yıllık Jackson Hole toplantısındaki konuşmasına bırakacağını düşünüyorum. Yine de, finansal varlıklarda dalgalanma her zaman risk iştahının azalması anlamına gelir, bu durumun borsalar gibi daha riskli varlıklara olan ilgiyi azaltması, buna karşılık sabit getirili enstrümanlara (tahviller) yönelik güvenli liman hareketini başlatması beklenir. Döviz kurlarına yansıma ise daha karışık bir denklem ima eder. Bizim gibi gelişmekte olan piyasa para birimlerinde riskten kaçış eğilimi değer kaybı baskısını artırır. Bu bağlamda, Merkez Bankası’nı son dönemde düzenli olarak yüklü döviz alımında bulunmak durumunda bırakarak kurları ancak düşmekten alıkoyabilen ve TL’de belirgin reel değerlenmeye izin vermek zorunda bırakan arz-talep dengesizliğinin, yabancı yatırımcı portföy ve carry trade çıkışları ile bir miktar dengelenmeye doğru yöneldiğini görebiliriz.
Bize sınırlı yansır
Bu bağlamda, küresel piyasalardaki dalgalanmanın ekonomiler için bir karşılığı olmadan Türkiye ekonomisine yansıması son derece sınırlı olacaktır. Biz her ne kadar rasyonel politikalara dönerek normalleşme yolunda önemli bir ilerleme kaydetmiş olsak da, halen içeride yüksek enflasyon, gelir dağılımı adaletsizliği ve bütçe açığı gibi temel problemlerle uğraşıyoruz. Bu nedenle, dikkatimizi küresel gelişmelerden çok bu içsel problemlere vermemiz gerekiyor.
Evet beklendiği ve planlandığı gibi, yurtiçinde ekonomik aktivite yavaşlamaya ve yıllık enflasyonda düşüş daha belirgin olarak görülmeye başlandı. Ancak her ikisinde de kalıcı ve sürdürülebilir bir dezenflasyon sağlayacak bir görünüme ulaşıldığını söylememiz güç. Bu süreçte para politikasına destek vermesi beklenen ve gereken maliye politikasında açıklanan harcama ve gelir kaynaklı paketlerin de yetersiz kaldığını gördük. Dolayısyla bilindik ezbere, yani ekonomideki dengelenmenin tüm yükünün para politikasına bindiği süreçlere geri dönmüş olduk.
Bütçe açığındaki yükseklik ve açıklanan paketlerle bunun belirgin azaltılamayacak olması, uzun süredir devam eden enerji sübvansiyonlarında (meskenlerde kullanılan elektrik ve doğalgaz) ilk kademe geri adım atılmasını getirirken, enflasyon eğiliminde de beklentileri kötüleştirecek dalgalanmalara neden oluyor.
Hafta başında açıklanan temmuz ayı TÜFE verilerinde bunu net olarak gördük. TCMB’nin ana eğilim açısından takip ettiği, mevsimsellikten arındırılmış aylık artışlar TÜFE’de %3.7 ve çekirdek göstergelerde %2.5 seviyelerine, zaten bir türlü gerilemeyen hizmet enflasyonunda ise %4’lerin üzerine yükseldi.
Ağustosta bir miktar yavaşlama olsa da, bu göstergelerin TCMB’nin 2024 ve 2025 yılı tahminleri ile uyumlu olmayan bir görünümü koruyacağı da şimdiden söylenebilir.
Bu verilerin ve gelişmelerin ışığı altında, Merkez Bankası 8 Ağustos’ta yılın üçüncü Enflasyon Raporu’nu açıklamış olacak. Önceki raporda, bu yıl sonu orta nokta tahminini %38’e yükselten, ancak tahmin üst sınırını %42 olarak değiştirmeyen Banka’nın orta nokta tahminini bir miktar daha yükseltmesi olasılığının piyasalar açısından pek bir önemi olacağı söylenemez.
Esas önemli olan ise, 2025 sonu için %14 (üst sınır %21) olan tahminle, en iyimser beklenti olan Piyasa Katılımcıları Anketi’ndeki %25.4’lük aynı dönem beklentisinin arasındaki makasın açıklığının ne gibi sonuçlara yol açacağı olacak. Banka bu tahminlerini değiştirmeme eğiliminde olacak ise bu durum mevcut para politikası duruşunun daha önce öngörülenden daha uzun süre korunması anlamına gelecektir.
Merkez Bankası, Temmuz ayı PPK toplantısında bir hafta vadeli repo faizini %50 ile sabit tutarken, enflasyon üzerindeki risklere karşı ihtiyatlı duruşun korunduğu mesajı verilmiş ve para politikası duruşuna ilişkin ana mesaj cümlesi “Aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir. Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır” şeklinde tekrarlanmıştı. Bu bağlamda, Enflasyon Raporu’nda verilen iki yıllık enflasyon patikasının Piyasa Katılımcıları Anketi’nde gözlenen beklentilerin uzağında kalmaya devam ettiğini görüyoruz.
TCMB şahin duruyor
Öte yandan, son dönemde Başkan Karahan ve Başkan Yardımcısı Akçay’ın kamuoyuna açıklamalarının şahin yönde kaldığını da görmekteyiz. Akçay son söyleşisinde, “Her ne kadar şu anda bir faiz indirim döngüsü değerlendirilmiyor olsa da, indirimler başladığı zaman para politikasındaki sıkı duruşun korunacağına dair kuşkuya yer bırakmayacak şekilde sinyal verilerek bu süreç yönetilecektir. Aylık enflasyonun ana eğiliminde, enflasyon beklentilerinde ve iç talep dengelenmesinde kalıcı iyileşmeler sağlanana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir. Para politikasında bir gevşeme döngüsünün değerlendirilmesinin ön koşulu aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş olmasıdır” açıklamasını yaparken, Başkan Karahan’ın ise para politikası duruşunda değişiklik için esas alınacak yönlendirmeyi tekrarlayarak (Haziran ayı mevsimsellikten arındırılmış aylık enflasyon %2.0 oldu. Üçüncü çeyrek ortalaması %2.5 civarında ve dördüncü çeyrekte %1.5’in altında olması bekleniyor) faiz indirimleri için hangi kriteri dikkate alacağını net bir şekilde ortaya koyduğunu görmüştük. Bu doğrultuda, son gelişmeler üçüncü çeyrek ortalamasının tutturulmasını zora sokmuştu.
Finansal koşullardaki ve para politikasındaki sıkılaşmanın dezenflasyon patikasına dönüşte katkılarının gözlenmeye başlandığını görürken, devamını da bekliyoruz. Ancak maliye politikasında açıklanan kamu tasarrufu kaynaklı tedbirlerden gereken boyutta destek gelmeyeceği anlaşılırken, yeni vergi düzenlemelerinden de beklenenin altında katkı gözlenecek gibi durmaktadır.
Bu doğrultuda, politika faizinde ağustos ayında da değişim beklemezken, bir süre daha %50 seviyesinin korunacağı düşüncesindeyiz. Bu sürenin uzunluğu ise enflasyon ana eğilimi ve enflasyon beklentilerinin TCMB senaryosuna (özellikle 2025 yılı için) uyumu gelişmelerine bağlı olacaktır. (GazeteOksijen)