HİKAYE
Pelin BERKÜR
Küçük bir Ege kasabasıydı.
Evlerin bahçelerinde meyve ağaçları vardı, kapılar kilitlenmez, tabak elimizde koşardık yan komşumuza.
Dizimizdeki yarayı Ayşe Teyze bantlar, salıncaktan düştüğümde arkadaşım elini uzatırdı. bahçelerde toplanıp, kışlıklarımızı hazırlardık.
Bayramlarda sofralarımız kalabalık olur, ceplerimiz şeker ve mendille dolup taşardı.
Sokaklarımızda çocuk sesleri yükselir, nevruzu, paskalya bayramlarını kaçırmaz, hıdrellez de dileklerimizi şişelerin içine koyup engin denize bırakırdı.
Hayallerimizdi büyük şehirlerde okumak, başardık da sonunda, gittik kasabalarımızdan.
Sadece kasabamızdan değil, çocukluğumuzu da terk ettik biz aslında.
Sonra...
Yavaş yavaş sofralarımızdan birer birer tabaklarımız eksildi. Evimizin oda sayıları azaldı derken tekil şahıslara büründük. Aile terimine "çekirdek" ekledik. Herşeyi kilitledi kapılar ardına. Sessizleştik. Yalnızlaştık. "Eski günler" sıfatını ekledik cümlelerimizin başına.
40'lılara merdiven dayandığında ise başladık böbürlenmeye, "Gitsek bir Ege kasabasına" diye cümleler kurmaya.
Omuzlarımızın hafiflemesini istedik. Başımızı alıp, kilitli kapıları açmak için hayal kurmaya başladık. Yaralarımızın kapanmasıydı hayalimiz, umudumuz.
Düşe kalka gittiğimiz bu yolda yorulduk, omuzlarımız çöktü, sendeledik.
Yorgunum, şimdi mola istiyorum seninle. Üzüm bağlarında gezinmek, gökyüzünün maviliğinde özgürlüğü, denizin engin ufuklarında huzuru yaşamak istiyorum.
Boş verelim herşeyi, varalım umuda...