NET TÜRK TV
HİKAYE - On yaşlarındaydım ve Avustralya’ya taşındığımızda, uzun yıllar süren bir hayalim olan cimnastik eğitmenliği için büyük bir sevinç yaşamıştım. Ülkede pek çok milletten insanlar vardı ve Türkler de bunlar arasında yer alıyordu. Küçük öğrencilerimle ilk şampiyona hazırlığı yaptığımızda, sınıfımın başında duruyordum ve mutluluğum tarif edilemezdi. Müdür, bana en az bir öğrencimi altın madalya ile ödüllendirmemi rica ettiğinde, küçük kızların ışıltılı gözlerine bakıyordum. Her biri anneleriyle birlikte spor salonunda, ellerinden tutarak içeriye girmişti. Ancak, bir kız vardı ki annesinin dizlerine başını koymuştu; adı Seher’di ve doğuştan engelliydi.
Öğrencilerime ilk konuşmamı annelerinin yanında yaparak, onları cesaretlendirdim. Annelerinin ellerini tutarak, daha güçlü bir söz vermelerini istedim. Her çocuk annesinin elini sıkıca tutarken, Seher’in annesi Goncagül Hanım’ın elini tutamıyordu. Seher, kollarındaki engellere rağmen bütün gücüyle bağırarak, “Çok çalışacağım, asla pes etmeyeceğim. İstiklal Marşımızı okutacak, bayrağımızı göndere çekeceğim” diyordu. Yanındaki çocuklar Seher ile alay etmeye başladılar, “Annen daha ellerini tutamazken, sen mi altın madalya alacaksın? Hayal gücün çok kuvvetliymiş” dediler. O an Goncagül Hanım’a dikkatle bakıyordum, gözyaşlarını gizlemeye çalışıyordu. Çocuklar dalga geçerken, anneler birbirlerine bakıp başlarını salladılar.
Goncagül Hanım kısa boylu, seksen beş kilolarında bir kadındı. O kilolu haliyle zorlukla eğildi, gözyaşlarıyla kızının yanağına bir öpücük kondurdu ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Ben ne söylediğini duyamadım. İlk gün, dersler bitene kadar sınıftaki tribün kısmında oturdu ve bizi izledi. Öğrencilere gerekli hareketleri öğretirken, Seher’in zorluk çektiğini fark ettim. Goncagül Hanım’ın sürekli bir şeyler karaladığını gözlemledim ama ne yaptığını anlamadım.
Ne kadar uyarı yaparsam yapayım, öğrenciler Seher’le dalga geçmeye devam etti. Ceza vereceğimi söylediğimde bile gülmüşlerdi. Şampiyona için sekiz ay vardı ve ilk haftada Seher’in dışlanması beni çok üzmüştü. Goncagül Hanım’la konuşarak, Seher’in bu şekilde çok yıpranacağını ve başarılı olamayacağını söyledim. Goncagül Hanım ise kararlıydı, bana kızmış mıydı bilmiyorum ama her gün Seher’le derslere gelmeye devam etti. Günler geçtikçe Goncagül Hanım’da değişiklikler fark ettim; morluklar, sargılar… Bir gün alışveriş merkezinde, Goncagül Hanım’ın çöp kutusundan naylon topladığını gördüğümde, bu ailenin çok fakir olduğunu daha iyi anladım.
Beşinci ayın sonunda bile tek bir dersi kaçırmamışlardı. Her sabah dokuzda Seher’le sınıfta tribün kısmında yerlerini alıyorlardı. Goncagül Hanım’ın kilo verdiğini fark ettim. Şampiyonaya bir ay kala, Seher vücudundaki engel yüzünden kabul edilmedi. Goncagül Hanım ağlamaklı bir şekilde bana sarıldı ve, “Serap Hanım, siz çok iyi bir öğretmensiniz. Seher’in tek bir hayali var ve şampiyonaya girebilmesi gerek. Lütfen beni anlıyor musunuz? Bir anneyi çaresiz bırakmayın” dedi. Gözyaşlarım yanaklarıma indi, sadece başımı salladım.
Ertesi gün, şampiyona kuruluna başvurdum. Bir haftalık uğraşın sonunda, engelli bir öğrencinin şampiyonaya katılma hakkını kabul ettirdim. Goncagül Hanım’ın evine gidip bu güzel haberi verdim. Evin harabe hali, Goncagül Hanım’ın gözyaşlarıyla bu sevincin ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Evden hoş bir müzik geliyordu.
Son ayda, Seher’in hareketlerde başarılı olamasa da, en azından ayağını kaldırmaktan daha ileriye gidebildiğini gördüm. Şampiyona günü geldiğinde, tüm sınıf arkamda olduğu halde spor salonuna giriş yaptım. Goncagül Hanım, tribünden işaret yaparak yanıma geldi ve, “Kızımı hem anne hem baba oldum. Babası öldüğünde zorlukla büyüttüm. Şimdi tek bir isteği var; benim onun yanında olmamı istiyor. Lütfen izin verin” dedi. Yüzündeki morlukların eşiyle değil, başka bir sebepten kaynaklandığını anlamıştım.
Goncagül Hanım’ı yanıma aldım ve şampiyona başladığında, her öğrencim bir hareketi geçemedi. Sıra Seher’e geldiğinde, koltuğuma oturup gözlerimi kapattım. O an, Goncagül Hanım’ın evinde duyduğum müzik çalmaya başladı. Seher ilk hareketini yaparken, Goncagül Hanım da tam aynı hareketi yapıyordu. Gözlerim yaşardı. Kurul üyeleri birbirine bakıyordu ama kural dışı bir hareket olmadığı için, herkes izliyordu. Goncagül Hanım ve Seher’in müzikle uyumları muhteşemdi. Seher, annesinin yaptığı hareketleri eksiksiz yaparken, ben kendimi kaybedip Seher’e sarıldım. Altın madalya Seher’in boynuna takıldığında, Türk bayrağı yükselirken gözyaşlarım dinmedi.
Seher mikrofonu alıp, ağlamaklı bir sesle, “Cimnastik sınıfına engelli bir çocuk olarak yazıldığımda, arkadaşlarım annemin elimi tutamadığından dolayı dalga geçtiler. Elimden tutamasada yüreğimden tutacağına söz verdi ve her gün beni sınıfa getirdi. Annemin doğuştan bir yeteneği var… Ressamlık… Öğretmenimin gösterdiği her hareketi çizdi ve bana gösterdi. Seksen beş kilodan elli iki kiloya düştü ve her hareketi bana öğretti. Bu başarı hikayesinin kahramanı annem Goncagül’dür. Lütfen annemi buraya davet edin ve alkışlayın” dedi. Bu sözler karşısında gözyaşlarımı tutamadım. Seyircilerle birlikte Goncagül Hanım’ı alkışladım. O an, çocuğunun elinden tutan değil, kızının yüreğinden tutan bir anneye hayran kalmıştım.