İmkansızlıkların içinde doktorların hayat kurtarma hikayeleri sadece filmlerde olur zannedebiliriz.
Bunu düşünmeniz çok normal çünkü zaman zaman bizim bile hayatını kurtardıktan sonra “imkansızdı, bu gerçekten bir mucize” dediğimiz pek çok vakamız oluyor.
Film senaryolarında dahi akla gelmeyecek hayat kurtarma hikayeleri var meslek hayatımızda.
Bu da Allah’ın bana ve benim gibi meslektaşlarıma bahşettiği çok büyük bir lütuf diye düşünüyorum ve bunun için her gün şükrediyorum. Her gün yeni bir hayata daha can suyu olabilmek için dua ediyorum ve hayatımı bu uğurda adadım.
Vakıf Gureba Hastanesi aslında ilk büyük kalp ameliyatlarının yapıldığı hastanelerden ama o dönemde maalesef şartları çok kötüydü.
Arasında sadece bir yol olan Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde büyük damar ameliyatları, kalp nakilleri, çocuk kalp ameliyatları yapılıyordu ama Vakıf Gureba’da neredeyse ameliyat yapılmıyordu. Hastanede teknik donanım yok denecek kadar azdı ve bir dizi başarısız ameliyattan sonra burada neredeyse hiç ameliyat yapılmaz olmuştu.
Bundan dolayı diyaliz hastaları ile uğraşmaya başladım. Bu hastalar üzerindeki başarılı sonuçlar kulaktan kulağa çabuk yayıldı ve günde onlarca diyaliz ameliyatı yapmaya başladım.
Sabahın yedisinde “Acilen kalp damar cerrahları altıncı kata” diye bir anons yapıldı. Ben de çıktım sivil kıyafetlerle. Daha doğru dürüst oradaki doktorlar beni tanımıyordu bile. Sedyede bir kadın yatıyordu, boynuna boyunduruk takılmış.
Öğrendim ki, Çerkezköy Devlet Hastanesinde bir fizik tedavi uzmanı olarak çalışıyormuş. Trafik kazası geçirmiş, emniyet kemeri takılı olmasına rağmen ciddi bir travmaya maruz kalmış. Nabzı çok zayıftı neredeyse alınmıyordu. Genel cerrahlar karında kanama var mı yok mu diye bakmışlar ama bir şey bulamamışlar. Büyük bir olasılıkla tıpta tamponat dediğimiz kalple kalp zarı arasına kan birikmiş ve kalbin kasılmasını engelliyor diye düşündüm.
ama arkadaşlar eko cihazının bozuk olduğunu söylediler. 'Tomografi çekilsin' dedim, tomografi cihazının parçasının olmadığını söylediler. Böyle bir durumla karşı karşıyaydım ama diğer taraftan hasta bekletmeye gelecek bir hasta değildi.
Ben de 'bu hastada tamponat olma ihtimali yüksek' deyip hastayı acilen ameliyata aldım. Nabzını alamadığımız için hastaya anestezi verilemedi. Anestezi alırsa kaybedebilirdik. Lokal anestezi ile ön taraftan kesi yapıp kalp zarını deldim. İçindeki kanı boşalttım fakat kanama devam ediyordu.
Anestezi “Biz bu aşamadan sonra uyutabiliriz” dedi, çünkü ilk müdahaleden sonra hasta biraz rahatlamıştı. Fakat kanama nedenini belirlemek için göğüs kafesini açmak gerekirdi. Bu sefer göğüs kafesini açmak için ameliyat gereçleri eksikti, bu ameliyatı normal şartlarda kaburgaların arasından girerek de yapabilirdim ama sorunlu yeri tam olarak bilmediğim için açıp bakmak zorundaydım.
İmkansızlıkların içinde imkan yarattık, bacak amputasyonlarında kullandığımız bir alet yardımı ile kaburgayı açmayı başardım. Hızlıca kalp zarını açtım ve anladım ki kalbin bir yerinde travma sonrası trafik kazasında çok nadir görülen bir yaralanma olmuş, kalbin kulakçığının kenarı patlamış kanıyordu. Hemen oraya bir alet koyup hızlıca bölgeyi onardım.
Bu tabii ki en basit işlemdi o saatten sonra. Orada yaptığım iş agresif yaklaşım ile hastanın hayatını kurtarmaktı. 'Bu durumda bekleyelim, eko için Çapa’ya gönderelim' deseydik hastayı kaybetmiştik.
Aradan yıllar geçti bayramlarda ve kandillerde hala mesaj gönderir.
Zayıf bir adamdı ama karnı şişmiş ve damar patladı patlayacak durumdaydı. Ben hemen ameliyat edeceğim dedim.
Ama burada bu tarz ameliyatlar yasakmış, bu hastalar ölür diye ameliyatlar yapılmıyormuş.
Hasta yakınlarına da “Bu hasta için yapacak bir şey yok, evine götürün” demişler ama hasta yakınları bırakmamış, direniyorlardı.
Ben de aileye durumu anlattım ve 'ben ameliyat edebilirim, ameliyat riskli ama olursa kurtulma umudu var olmazsa kaybederiz' dedim.
Dedim ama anestezistler de 'yoğun bakımda yer yok, hastayı alamazsın' diyorlardı.
Benim dönüm noktalarımda hep gizli bir desteğim olmuştur. Dedim ya bu meslek bana Allah'ın bir lütfu, o yüzden zor anlarımda hep bir güç bana yardım eder.
Yoğun bakım sorumlusu beni Çapa’dan tanıyan bir meslektaşımdı, “Hastanın yerini ayarladım, git ameliyatını yap” dedi. Hastayı ameliyata alacağım, anestezi doktoru “alamazsın” dedi. 'Yer buldum, cihaz buldum, alacağım' dedim, o da mecburen aldı beni.
Ameliyata girdik, hastayı açtım, damarı çok geniş ve karnına sanki tutkal dökülmüş gibi; bağırsaklar, on iki parmak bağırsağı, pankreas her şey yapışmış, ayırmak mümkün değildi.
Nadir olan 'inflamatuar anevrizma' dediğimiz bir olayla karşı karşıyaydım.
Değişik bir teknik kullanarak serbestledim ve ameliyatı tamamladım. Yoğun bakıma çıkardım ama hastanın kurtulacağına kimse inanmıyordu.
Gün içerisinde birçok ameliyat yapmıştım. En son olarak da bu ameliyata girmiştim ve çok yorgundum. Ama hastaneden ayrılmamıştım.
Dinlenirken beni anons ettiler, hastanın yanına gittim ki, tansiyonu dörde düşmüş ve kalp ritimleri çok kötüydü.
Derken kalbi durdu. Bir saat inatla kalp masajı yaptım. Peşinden oturdum sabaha kadar hastanın başında bekledim.
Hastanın kalbi düz çizerse elektroşok verip hemen kendine getiriyordum, adam hemen uyanıyordu. Nasılsın diyordum “iyiyim” diyordu. Sabaha kadar böyle gittik.
Bitti, kaybettik derken adamın kalbi tekrar atmaya başladı, sonra mucizevi bir şekilde ilaç tedavileri ile birkaç günde düzeldi. Hastayı normal yatağına aldık.
Bu arada başhekim beni aradı ve hastanın durumunu sordu. 'Gayet iyi, yatağında' dedim, “Ama bana öldü dediler” dedi.
Başhekim de demiş ki, 'Hasta kabul ediyor, doktor kabul ediyor, hastayı uyutmamak ya da almamak senin haddine değil”.
Bu adam, on yıl sonra seksenli yaşlarda, takım elbisesini giymiş, kravatını takmış, karanfil almış beni ziyarete geldi.
Bu iki hasta, o yıllarda imkansızlıklara rağmen benim iyi bir cerrah olduğumu kanıtlayan hastalar oldu.
Mümkün olmaz dedikleri ama benim ilahi bir destekle yaşatmayı başardığım hastalar.
Kalın sağlıcakla...