GERÇEK'HİKAYE - Sultanahmet’in dar sokaklarında, sessizliğe gömülmüş bir ev vardı. Kapısı aralıktı. İçeride bir sandık, tozlu raflar, kimseye ait olmayan hatıralarla dolu. İçi dolup taşan bir sandık... O evde bir gün Tekin Bey ve ev sahibi karşılaştılar. Eski zamanlara ait, sahipsiz bir geçmişin kapısını açtılar. Sandıkta sayfalar dolusu nota, mektuplar ve fotoğraflar vardı. Fotoğraflarda bir kemancı, ama kim olduğunu kimse bilmiyordu. Ev sahibi de bilmiyordu, Tekin Bey de.
Sayfalarca nota, özenle yazılmış. Kim, neden böyle dikkatle yazmıştı? Tekin Bey dayanamayıp kemancı Cihat Aşkın’ı aramaya karar verdi. Birkaç örnek alıp yanına gitti. O zamanlar telefon falan yok, her şey daha zahmetliydi. Notaları gören Cihat Hoca’nın gözleri parladı, heyecanlandı. “Bunların devamı var mı?” diye sordu, gözleri ışıldayarak.
“Bir sandık dolusu,” dedi Tekin Bey. “Gidelim hemen,” dedi Cihat Hoca. Hemen yola koyuldular. Sandık açıldığında içindeki notaların büyüsü, geçmişin izlerini ortaya döktü. Tekin Bey müzikten anlamazdı, ama Cihat Hoca bir sayfa alıp mırıldandı, baktı, duydu... Gerçekten güzel ezgilerdi.
O sırada sandığın dibinden, eski bir şarkıcının fotoğrafları çıktı. Seyyan Hanım... Ona ait olduğu düşünülen fotoğraflardı bunlar. Mektuplar ise, tarihin tozlu raflarından kopup gelmiş, sahipsiz kalmış sayfalardı. Tekin Bey bir türlü soramıyordu ama sonunda dayanamayıp sordu: “Kim yazmış bu notaları, Cihat Hocam?” “Necip Celal,” dedi Hoca. “Arkadaş, tanımıyorum ki!” diye geçirdi içinden Tekin Bey. Anlamadığını fark eden Cihat Hoca, hafif bir melodi mırıldandı: “Sevdim bir genç kadını, ansam onun adını...”
İşte o anda Tekin Bey’in zihninde bir şimşek çaktı. “Bu şarkıyı kim bilmez!” dedi. Ev sahibi kadın, bunları çöpe atacaktı. “Alın götürün de yeter,” dedi kadın. O hazine dolu sandığı alıp taksiye bindirdiler. Yolda, ellerindeki eski fotoğrafları incelemeye başladılar. Cihat Hoca bir fotoğrafı gösterdi: “Kim bu, bil bakalım,” dedi. “Bilmiyorum,” dedi Tekin Bey. “Yahya Kemal,” dedi Hoca. “Paris yılları... Gençliği.” “Peki, Necip Celal’de ne işi var?” diye sordu Tekin Bey. “E, soyadı...” dedi Hoca. “Soyadını Yahya Kemal vermiş ona, Andel soyadı. Yani ‘ant içen’ demek. Onunla aralarında derin bir dostluk varmış.”
Bir başka fotoğrafı gösterdi, bu sefer bir kadın. “Bu kim?” diye sordu Tekin Bey. “Seyyan Hanım,” dedi Cihat Hoca. “Necip Celal’in şarkılarını seslendiren kadın.” “Peki, hangi şarkısı?” diye sordu Tekin Bey. Cihat Hoca hafifçe gülümsedi ve mırıldandı: “Mazi kalbimde bir yaradır, bahtım saçlarımdan karadır...”
Tekin Bey, bu şarkıyı daha önce duyduğunu fark etti, ama kim olduğunu bir türlü çıkaramadı. İşte o an Cihat Hoca’nın anlattıklarıyla şarkının sahibi kimliği ortaya çıktı. Necip Celal Andel, şarkıların, hatıraların ve unutulmuş hikayelerin adamıydı.
Evraklar Cihat Hoca’nın evine götürüldü. Tekin Bey ve Cihat Hoca, büyük bir masanın üzerine notaları, fotoğrafları, mektupları yaydılar. Tekin Bey’in gözüne bir gazete haberi çarptı. Haber, ünlü Alman sinema yıldızı Evelin Hold’un, Kadıköy Hale Sineması’nda Necip Celal’in meşhur “Mazi” şarkısını seslendirdiğini anlatıyordu. Bu haber, Cihat Hoca’yı daha da heyecanlandırdı. Tekin Bey, “Bu kadarı da olamaz,” diye düşündü. “Ne işi var bir Alman yıldızın, Necip Celal’in tangosuyla?”
Haber doğruydu. Evelin Hold, sahneye adımını attığında, salonu alkışlarla inlemişti. Sırasıyla Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söyledikten sonra Türkçe şarkıya geçmişti: “Mazi.” Sahnenin ortasında durup, bir an duraklamış ve Necip Celal’i işaret ederek, şarkıyı ona ithaf etmişti. “Mazi, Necip Celal’in eseridir,” demişti.
Tekin Bey, bu anın büyüsüne kapılmıştı. Necip Celal, o gece Evelin Hold’a teşekkür etmek için sahne arkasına gitmiş, onunla tokalaşmış, gözlerinin iyileşmesi için dilekte bulunmuştu. Evelin Hold, bu tangonun derinliğine hayran kalmıştı.
Bir sonraki akşam, mehtaplı bir Suadiye gecesinde, denizin sessizliğiyle buluşmuşlardı. Necip Celal, akordeonunu eline almış ve sevdiği tüm melodileri çalmıştı. O gece gazino onlar için kapanmış, tango melodileri mehtabın denize vurduğu o sakin akşamı süslemişti. Evelin Hold’un hayranlığı, her geçen an biraz daha büyümüş, ayrılırken ona bir fotoğrafını vermişti.
Tekin Bey, o gece yazılanları düşündü. Necip Celal, piyanonun başına oturmuş ve elleriyle yazdığı her notanın içine geçmişini bırakmıştı. Tango, onun için sadece bir melodi değil, bir kalp yarasıydı. O gece, sahiden de sonsuz bir dansın içinde kaybolmuşlardı.
Zaman geçmiş, o hazine dolu sandık, artık sadece hatıralarda kalmıştı. Cihat Hoca, yıllar boyunca o notalarla uğraşmış, sonunda hepsini derleyip toparlayıp bir albüm haline getirmişti. Tekin Bey, albümü eline aldığında, kapağında kendi ismini gördü. “Teşekkürler,” yazıyordu. Bir an durdu, gözleri doldu. İçinden geçen o duygu, sadece bir geçmişin hatırası değildi. Her şeyin, yeniden yazılmış bir tarihi vardı. O evraklar, o notalar, bir kenara bırakılmamış, yaşatılmıştı.