NET TÜRK TV
GERÇEK'HİKAYE - Dostoyevski, sırtında borç yükü, önünde kumar masasının acımasız yüzüyle tek başına kalmış bir adam. Geceleri kumarhanede, gündüzleri alacaklıların pençesinde… Tam o sırada çıkageliyor Stellovski. Masanın karşısına oturuyor, gözlerini Dostoyevski’nin gözlerine dikiyor.
"Bak," diyor, "senin tüm borçlarını öderim, sana iki yıllık da geçim parası veririm. Ama karşılığında bana bir söz vermen lazım. Senden bir roman istiyorum, 24 ayda bitireceksin. Ama bir gün bile geç kalırsan… O zamana kadar yazdığın her şey, bundan sonra yazacakların da dâhil hepsi benim olacak!"
Dostoyevski, kâğıda uzanıyor, elini titreyerek kaleme atıyor. "Peki," diyor, "anlaştık."
* * *
Zaman geçiyor, Dostoyevski günleri geceye bağlarken tek bir cümle bile yazamıyor. Dert ağır, omuzlar yorgun. Tam o sırada Fransız yazar Stendhal’in bir lafı çalınıyor kulağına: "Ben romanımı dikte ettirerek yazdırdım, sen de öyle yap!"
Dostoyevski, başı sıkışık, çaresiz, “Belki olur,” diye düşünüyor. Araştırıp buluyor birini: Grigoryevna Snitkin. Genç bir kız, İsveç kökenli, işinde yetenekli. İşin ucunda Dostoyevski’nin kurtuluşu var. Snitkin, gururla kabul ediyor bu görevi, başlıyorlar beraberce yazmaya.
Aylar boyunca her gün, Dostoyevski, Snitkin’in gözlerinin içine bakarak anlatıyor hikayesini. Hikaye ilerledikçe, sadece kağıt üzerinde değil, aralarında da bir şeyler filizleniyor. Kızın gözlerindeki saygı, Dostoyevski’nin kırık dökük dünyasında bir ışık oluyor. Dostoyevski, o karanlık akşamlarda kendini ona açıyor, yaşadığı acıları, çektiği pişmanlıkları, korkularını. Snitkin, sözcükleri yazmakla kalmıyor, onun ruhunu da okuyor.
* * *
Bir gün, Dostoyevski, hikayeyi dikte etmeyi bırakıyor, doğrudan Snitkin’in gözlerine bakıyor: "Sana bir fikir danışmak istiyorum," diyor.
Kız, gururlu, ama meraklı. "Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?" diye yanıtlıyor.
“Bir roman yazıyorum,” diyor Dostoyevski, “başkarakter korkunç bir adam. Sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. Ama bu adam kendisinden genç bir kıza âşık oluyor. Sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”
Kız, o an anlamaya başlıyor. Cevap basit, ama gözlerinde bir kararlılık var: "Evlenme teklifinizi kabul ediyorum Bay Mihayloviç."
Dostoyevski’nin yüreğinde yıllarca kök salan o yalnızlık, o an çözülüyor. Bu sadece bir teklif değil, yeni bir hayatın başlangıcı. Romanını son gün bitiriyor. Ofise gidiyor, ama Stellovski ortada yok. Kapıyı kapatıp gitmiş. Dostoyevski’nin yapacak bir şey kalmamış, soluğu polis karakolunda alıyor, eseri onaylatıyor.
Ve ardından zaferi kutluyorlar. Kutlamaya gelen dostları, masanın etrafında toplanmış. Votka şişeleri boşalıyor. Gözler, Dostoyevski ve Anna’nın üzerinde. Dostoyevski, yanında duran Anna’ya dönüp diyor ki, “Beni o kara kıştan sen çıkardın, sen olmasan yazamazdım bu romanı.”
* * *
Anna, o gece, o kalabalıkta kendini yalnız hissediyor. Ama bu yalnızlık, korkuyla değil, onun sevgisiyle dolu. Gözlerinden akan yaşlar Dostoyevski’nin göğsüne düşüyor. Evliliklerini kutladıkları o gece, aynı zamanda dostluklarının, aşklarının, birlikte yeniden doğdukları gecedir.
Yıllar sonra Anna şöyle der: "Öyle göz alıcı bir güzelliğim yoktu, ne özel bir yeteneğim ne de sıradışı bir zekâm vardı. Ama onun gözünde, sanki dünyada benden başkası yokmuş gibi hissettirdi. Dostoyevski, bana sadakatle bağlı kaldı, onu hayatımın sonuna dek sevdim."
Ve Dostoyevski, son nefesinde ona dönüp der ki: "Anna, en zor anlarımı seninle aştım. Ve bil ki, seni hep büyük bir tutkuyla sevdim, düşüncede bile aldatmadım."