Ahmed Arif...
Sekiz Kardeşin en küçüğüdür Ahmed Arif, babası memurdur ve Diyarbakır'dan sonra Siverek’le tanışır.
Ahmet Arif, okuma yazmayı anaokulunda öğrenir, ortaokulu Urfa’da, liseyi yatılı olarak Afyon'da okur.
İlk şiiri Seçme Şiirler Demeti Dergisi'nde 1940’da yayımlanır, sonra arkası gelir.
Üniversiteyi Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okur, askerliğini Riva’da yapar
İlk kez 1951'de, ikincisi ise 1952 de, iki kez tutuklanır, bu nedenle de üniversiteyi bitiremez. Çeşitli gazetelerde çalışır.
1968 yılında 23 baskı yapan kitabı 20 binden fazla satan şiir kaseti ile "Hasretinden Prangalar Eskittim" der.
Gerçek adı Ahmed Önal'dır, 2 Haziran 1991 yılında kalp krizi sonucu hayata veda eder.
* * *
Ahmed Arif çocuk yaştan itibaren çeşitli bölgelerde yaşamasının bir getirisi olarak Arapça, Zazaca ve Kürtçe dillerini iyi bilir.
"Kerküklü Ahmed" için üç adam iddiaya girer; adamlardan biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza'dır.
Adamın biri "Kerküklü Ahmed"i gösterip “Bu çocuk Arap…” diye iddiayı başlatır, öteki “yok yahu, bu çocuk Kürt”, üçüncüsü ise “bu, ne Arap, ne de Kürt, bu çocuk Zaza” der.
Üç adam aralarında anlaşamayınca, hemen yakınklarındaki esnafa sorarlar “Bu çocuk nedir?” diye.
"Beş liraya" iddiaya girmişlerdir, o zaman için büyük para.
Esnaf, "Üçünüz de yanıldınız" der, "Bu çocuk Türk'tür."
* * *
Ahmed Arif günün birinde Ankara’da polisler tarafından yakalanır. Hakim karşısına çıkarılmak için İstanbul’a götürülmesi gerekmektedir.
Zor zamanlardır.
Ahmed Arif, yakalandığı günü “Serçe kadar canım, boğazımda kanama vardı. Hastaydım. Ekmek çiğneyemez, yemek yiyemezdim. Zaten zayıf bir çocuktum, büsbütün zayıflamışım. İşte böyle bir günde götürdüler beni…” diye anlatır sonraları.
İki komiser, dört de polis nezaretinde İstanbul’a gitmek üzere trene binerler. Ahmed Arif, yolculuk bitiminde çekeceği işkenceyi düşünmektedir.
Bindikleri kompartımanda yaşlı bir teyze ile bir amca onlara eşlik eder. Havadan sudan laf açılır, yol boyu sohbet edilir.
Bir ara polisler uykuya dalınca yaşlı teyze Ahmed Arif’e yaklaşır ve şöyle der; “Oğlum nedir halin?”
Ahmed Arif ne cevap vereceğini bilemez. "Siyasiyim, sosyalistim, eylemciyim ya da öğrenciyim" dese olmayacaktır. Çünkü tüm bu cevaplar yaşlı teyze için hiçbir şey ifade etmeyecektir. Şair, bunun farkındadır.
Ve birden aklına gelen en uygun cevabı verir yaşlı kadına;
“Sevdadır bu teyze, sevda...”
Yaşlı kadının gözleri parlar, Ahmed Arif’e sarılıp öpmek ister.
“Bir sevgili, bir anne gibiydi. Ömrümce böyle bir anneye, bir ablaya hasret kaldım" der Ahmed Arif o teyze için, "Çıkınını açtı, para vermek istedi bana. Almadım. Cebimde de beş liram var. Keşke alsaydım, ama çok utandım. O da garip…”